12 Ağustos 2010 Perşembe

Belki de her zaman ikinci olanı birinci yapmaya çalışmak gibi isteklerim olduğundan, kalemler arasında en az mürekkebi olanla yazmayı seçtim... Harflerin yarısı koyu, yarısı ince ve soluk. Tükenmeye yüz tutmuş şeyleri yeniden diriltme çabası bendeki. Kötü olan bir şeyi iyi gibi hissetmek ve iyi olmasına çabalamak. Soluk çıkan harfin üstünden tekrar gitmek... Ama farkettiğim bir şey var, ne zaman bir harfin üstünden gitsem eskisinden daha kötü bir görünümü oluyor. Belki de kötü bir görünüm olmaması için düzeltmemek sadece devam etmek gerekiyor. Çünkü düzeltince ya daha koyu ya da şekilsiz oluyor. Gerçi şöyle bir baktığında hata en başta o kalemle yazıya başlamakta ama insan bir şeye takılınca bırakamıyor. Her neyse fazla zırvalamıyım, olmuyorsa kasmayacaksın abi, bir kalem düzgün yazmıyorsa mürekkebi fazla olanı alıcaksın. Yazdıkların sorunsuz ve kesintisiz olacak. Soluk yazmaya başladığı an değiştireceksin.

Mürekkebi bitenden hayır gelmez. İkinci çizgiyi çizmeye çalışırsan "Hayır!" gelir...

Artık uzatmak istemiyorum...
Kalemden kastımı anladın sen... ben kalemimi çoktan değiştirdim. Ya sen?

Gün Benim Günüm!

İki buçuk sene.
Evet evet.
İki buçuk.
Belki daha fazlası ama sayamadım.
Bu anı bekledim hep.
Abimin,
Çocukluk arkadaşımın,
Canımın bi yarısının
O iğrenç hastane kapısından çıkmasını bekledim senelerce.
Ve işte oldu.
Artık benimle olacak.
Hep yanımda olacak.
Bi abi-kardeş görünce artık kıskanmıcam.
Çünkü artık o benimle.
İçimdeki mutluluk;
Anlatılamaz.

8 Ağustos 2010 Pazar

Çekilin yoldan ^^

Bugün pek bi mutluyum anacım. Bi de şu sıcaklar olmasa keyfim gıcır olacak yani.Sabah kahvaltı yaptım lan bi kere. Bundan daha güzel ne olabilir. Hem de ben hazırlamadım yani. Zaten kahvaltı yaptıysam ben hazırlamamışımdır kıh kıh. Annemin tatiliydi. Babacım da uzun bi süre sonra diyar-ı istanbuldan dönünce neşemizi bulduk valla.Tam ben sucukları mideye indirip tatlı tatlı sohbet ederken babam birden bugün araba kullanmayı öğretiyim ben sana demez mi. Allaaaaaaaaaaahh. Beni aldı bir şirinlik bir şımarıklık. Yıllardır bu anı bekliyodum lan. Hemen çabucak kahvaltıyı toplayıp hazırlandım. İçimde bir kıpırtı var sorma gitsin. Biri eline sokmuş karıştırıyo midemi sanki mübarek. Gittik pazar yoluna. Babam baya bi nutuktan sonra geçti yan koltuğa. Koltuk şeysini kendime göre ayarladıktan sonra babam yine söyledi bikaç şey. Tedirginim tabi. Kalbim ağzımdan çıkıcak sanki. Babam dedi debriyaja tam basıcaksın vitesi takıcaksın gaza basarken debriyajı ayağından çekiceksn falan fıstık. ulan yapıyorum yapıyorum araba ya pattan duruyo ya da hoplatıyo bizi ihihih. babam gergin tabi o gerilince ben de geriliyorum. yine de öğrenmenin sevinciyle yüzümden gülücük eksik olmuyo durumu toparlamak içinde babama cümleler sarfediyorum peşi sıra. "ya bu gaz çok hafif hemencik kökleyiveriyo babacım" "debriyajdan ayağımı tam mı çekicektm ayh unuttum ya bi daha yapıyım dur ehe" falan. Ama sonunda başardım. Arabayı doğru düzgün kaldırdıktan sonra baktım kayıyorum asfaltta. Heyt be dedim bu muydu lan. Babam gaza geldi araba giderken vites değiştir dedi.Haydaaaaaaaaa. Dedim kaldırmayı zor yaptım bi daha o debriyajla kim uğraşıak. Neyse çıt yok bende tamam dedim. Debriyajı kökledim vitesi taktım gaza bastım vıııııııınn. Hala normal gidiyorum. Hem de hata yapmadan. Dedim lan kübra kaptın sen bu işi. Bu sefer de bokunu çıkarmaya başladım. " Hadi baba bi daha vites değiştiriyim" falan bebesi şeyler söylüyorm sevinçten. Yarım saatlik bi dersten sonra Selamiciğim kutladı beni dedi bugünlük yeter. 2 gün sonra hazır ol aklında oturt düşünceleri yeniden görüşücez küçük hanım. Dedim eyvallah hacı ayıpsın. Bundan sonra alırım anahtarını ihihihi. 19 eylülde ehliyet elimde zaten. Ekimde okullar açılıyo. O zamana kadar selamiciğim korksun benden işte. Gümbür gümbür gelicem asfaltın tozunu attırıcam uleeyynn hahahha. Şimdi bu keyifle bi filmi hakettim valla. Bu arada internetimi sınırsız yapan selamicğime bi kez daha öpücüklerimi gönderiyorum burdan. yedim bitirdim ehe.

Gözüm Üzerinizde

Dolmuşlardan hoşlanmıyorum.Tuhaf birçok insan var yine.Birbirine sessizce ve uzun bir süre katlanmak zorunda kalan bir yığın insan.En arkaya oturdum her zamanki gibi.Burdan insanları izlemesi daha kolay oluyor.Bi de onların görüş alanından çıkmış oluyosun tabi.Sandıkta oturan çocuk.İri yapılı, saçları kulak hizasında kesilmiş şekilde küt.Rahat oturmuş.Bacakları açık.Ellerini bacaklarına koymuş.Daha doğrusu koymamş düşürmüş.Sıkıca durmuyolar çünkü.Serbestler.Rahatmış gibi bir havası var ama aslında gergin.Kendinden emin gibi ama kızlara bakarken çekinik.Saçlarını düzeltirken iki elini kullanıyor.Böylelikle saçları parmaklarının arasından geçip arkaya dökülüyor.Hafifte yağlanmış mı ne.Ellerini çok sürdüğünden ya da sıcaktan olmuş olabilir gibi düşünceler geçiyo beynimden.Bikaç kere göz göze geliyoruz.O sırada yanımda oturan kadının sürekli beni incelediğini farkediyorum. Kapalı orta yaşlarda bi kadın. Altında basma etek, elinde bi telefon var. Çok gerildiğim bu olayı kulaklarımdaki Cem Adrian sesiyle bastırmaya çalışıyorum. Onun o sakin sesi huzur veriyor fazlasıyla. Bikaç soru soruyor o kadın. Sinirle çıkarıyorum kulaklıklarımı sorularını cevaplayıp o sükut dolu ana geri dönüyorum. Kadın kırmızı siyah giyinmiş. Bakımsız ama uyum yapmış kendince.Elindeki telefonu da kırmızı.Dişleri sarı bi tek.Midemi bulandıran şeylerden bir tanesi. Başörtüsünü gelişigüzel bağlamış. Sürekli bi tarafları inceliyo ve anlamsız sorular soruyor.O sırada çocukla bikaç kere daha göz göze geliyoruz.Zamanı gelince iniyolar.

Dolmuşları değil ama insanları incelemeyi seviyorum.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Obstacle*

Tüneldeyim.
Üstümde ezilebileceğim tonlarca yük var.
Her ne kadar temellerini sağlam atmış olsam da
Bi depremle altında kalmaktan korkuyorum.
Tünelin sonundaki aydınlığa ulaşmak için
O korktuğum karanlık yoldan yürümem gerek.
Peki ya aydınlık yoksa sonunda?
Ya hep bu karanlık yerde
Bir ton yükle yaşamak zorunda kalırsam?
Yolun belki yarısındayım ama oldukça yoruldum.
Beni sona götürecek o gücü bulmam gerek.









Krizim geldi yine.

5 Ağustos 2010 Perşembe

!

Doğduğumda Siyahtım.
Büyürken Siyahtım.
Güneşe Çıktığımda Siyahtım.
Korkunca Siyahtım.
Hastayken Siyahtım..
Öldüğümde Hala Siyahım...

Ve Sen Beyaz Çocuk...

Doğduğunda Pembesin.
Büyürken Beyazsın.
Güneşe Çıktığında Kırmızı.
Üşüdüğünde Mor.
Korktuğunda Sarı.
Hastayken Yeşil.
Öldüğünde de gri’sin.

Sen şimdi bana renklimi diyorsun?


Bunu yazan çocuğun ellerini öpmek lazım. Saygılar..

Anlamı yok sözlerin

Sınırlar var.
Kalbimizde, aklımızda, dünyamızda..
Her yerde sınırlar var.
Bazısı öyle keskin ki can acıtıyor.
Bazısı ise törpülenmiş bikaç yerinden.
Ne kadar işe yarar bilemem ama
Sivrileri yok en nihayetinde.
Binalar, şehirler, ülkeler..
Attığım her bir adımda bir sınır.
Bir "Dur!"
Hayallerimizde bile.
Evet hayallerimizde bile bir "Dur!"
Peki ya maviler?
Belki denizler de öyle.
Ama bana hep sonsuz geliyor.
Gökyüzü?
İşte onda asıl sonsuzluk.
Baktıkça özgürleştiğin, hiç bir sınırın olmadığı,
Senin olan.
Senin olmasa bile senin hissettiğin bir mavi.

Gözlerinin mavisinin benim gökyüzüm olacağını sanıyordum..

Dokunma

"Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin."

Bundan mıdır acaba yalnızlık(lar)ım?
Sevmeyi mi bilmiyorum ki ben?

"Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredersin."

Korkarak mı yaşıyorum ya da ?
Bundan mı isteklerim geçmişin ardında sıkışıp kalıyor ?

Kulaklarımdan kalbime giden şarkı sözleri şöyle söylüyor :

"Sevmek eski bir yolcu artık geri dönmeyecek..
..Aşk eski bir palavra artık burdan geçmeyecek.."

Ve ardından:

"Hayır istemem bir başkasını..
Yalnız da ayağa kalkabilirim.."

Kalkabilir miyim gerçekten?

"Hayır dokunma bir başkasına.."

Dokunacak mısın gerçekten?..

4 Ağustos 2010 Çarşamba

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Topraktan Kuleler

Yüzlerce ev ziyaret ettim bugün, yüzlerce dünya.
Hepsi topraktandı.
Mermerle süslemiş bazısı.
Bazısı da yalnızca çiçekleriyle yetinmeyi bilmiş.
Hemen her evin yanında bi üzüntü var, bi keder.
Ev sahibi ise sessiz.
Belki apayrı dünyalara gitmiş bir nurla.
Belki acılar çekiyor binbir ızdırapla.
Özleyenler ağlak, meraklı.
Ev sahibi ses vermese bile konuşuyorlar onunla.
Sahip kapılarını kapamış dış dünyaya.
Ama umut;
Ahhh bu umut!
Belki cevap verir ümidiyle hala kapıda bekleyen,
Gözüyaşlı birçok bekleyen.
Kızmıyorlar ama ona.
Korkuyorlar da aynı zamanda.
Hayatın getirdiği sorumluluk altında ezilen,
Yükü ağırlaştıkça kamburlaşan bir sürü insan.
Korkuyorlar acı çekmekten.
Ya kabul etmek istemiyorlar gerçeği,
Ya da kafalarında kurdukları gerçekler daha cazip geliyor onlara.
Korkulası topraktan kuleler!
Öyle bir kule ki bu;
Himayesine aldığını bir daha bırakmıyor.
Haykırışlar, yalvarışlar nafile.
Sadece bildiğini yapıyor.
Sadece kapılarını kapatıyor.

1 Ağustos 2010 Pazar

Eğer

Düşündüm de;
Kader denen şey var mıdır gerçekten?
Ya da eğer varsa neden yaşıyoruz?
Eğer her şey kendiliğinden olup bitecekse;
Ya da biz ne yaparsak yapalım kaderi değiştiremeyeceksek eğer,
Ne için yaşıyoruz ki ?
Mesela tanışmadığım bir insanla bir gün bir yerde illa karşılaşacaksam,
Neden onunla tanışmak için uğraşıyım ki?
Ya da kaderimde kanser olup ölmek varsa eğer,
Bıçaklanınca ölmeyecek miyim ben?
Bu gerçekten böyleyse eğer;
Hayat çok anlamsız değil mi gerçekten?
Anlamsız ve amaçsız.
Yazılmış bir senaryo varsa ve biz sadece oynamak için oynuyorsak
Doğaçlama gibi düşünüp aslında ezbere oynuyorsak rolümüzü
Neden yaşıyoruz ki gerçekten?
Eğer ;
Kader denen şey gerçekten varsa;
Ve eğer;
Kadere inananlar varsa;
Ne için çabalıyorlar ki hayatta ?
Saniyeler sonra güleceğim,
Aylar sonra hastalanacağım
Ya da yıllar sonra belli bir gün öleceğim belliyse eğer;
Neyin içinde sürükleniyorum ki ben böyle ?
Bir şey varsa ben dışında;
Beni yöneten ve beni bilen;
Her şeyimle onunum demektir aslında.
İstemsiz ve karşı konulamaz şekilde
Sen onunsundur aslında.

*Akşamları balkonda oturup güneşin batışını izlerken
Dışarıdaki çocuk ve şehir sesiyle hayatı düşünmek hoşuma gidiyo fazlasıyla.
Kulaklarımda bana huzur veren şarkıların melodisi dolandıkça
Daha;
Çok daha fazla huzurlu oluyo düşünmek.
Bir yere varamayacağımı bilsem bile;
Hayatın karma;
Karmakarışıklıklarıyla bi nebze oyalanmak
İyi geliyo bana.
Fazlasıyla.


Gerekli Olan

Hayat.
Ve.
O.
Aslında
Hayat.
O.
Dost.
Kardeş.
Sevgili.
Anne.
Her şey.
Gözyaşım.
Kahkaham.
Yaşadığım her şey.
O.
Yaşadıklarımın içinde O.
O'nun içinde yaşadıklarım.
O'nsuz ben;
Yok.
.
.

Ters


Biraz hızlıyımdır.
İnsanlar arasında yürürken daha hızlı görünürüm.
Hızlıyımdır mesela sinirlenmekte.
Unutmakta da öyle.
Hızlıyımdır;
ama hatırlayabilirim her şeyi
bulanık da olsa.
Bence bir şeyi ne kadar yavaş yaparsan;
aklında o kadar iyi kalır.
Bir tatlının tadı;
yavaş yenildiğinde
ağızda daha uzun süre kalır ve hatırlanır.
Deniz kenarında yapılan bir yürüyüş;
eğer yavaş yapılırsa
insanın zihninde daha canlı kalır.
Bir cümle ya da yalnızca tek bir kelime;
eğer okunulan her kelimeden sonra bir ara verilirse,
eğer okuyup sonra tekrar bir daha okunulursa,
yorulmadan okunulan kitabın dili daha iyi anlaşılır.
Ama ben;
ben hızlıyım.
Hızlı yemek yerim;
tadı ağzımdan uçup gider.
Hızlı yürürüm;
olabildiğince hızlı.
Ya da hızlı okurum mesela;
kelimeler ya da cümleleri sindiririm ama.
Ne kadar hızlı yaşasam da ;
yaşadıklarımı kimi zaman bulanık hatırlasam da,
ulaşırım beni yaralayan olaylara..