26 Eylül 2010 Pazar

This is just an ordinary day

Nasıl oluyor da hem hiçbir şey yapmak istemeyip hem bir şeyler yapmak ister bir insan anlamıyorum. Şu an tam da bu durumdayım. "Ay kalbimin üstünde bi ağırlık var, kalbimin üstüne bir şey oturdu " vs derler ya işte tam o hesap benimkisi. Ama daha spesifik tabi. Ne oturmak ne kalkmak ne yemek yemek ne aç kalmak ne internete girmek ne televizyon izlemek istiyorum. Zıtlıklardan bile herhangi birini seçemiyorum. Sadece deli gibi kitap okuyasım var ama evde lanet olsun ki kitap yok! Hepsini okumuşum! Benim gibi kitap okuma delisi olan bir insanın nasıl yedekte kitabı olmaz onu da anlamıyorum tabi.

Böyle buhranlarda gibiyim sanki. Hayatımın gidişatı gittikçe sıkıcılaştığından mı bilmiyorum."Aslında şu an başka bi hayatı yaşayacaktın, olmayı en çok istediğin ilde istediğin okulda olacaktın" diyen iç ses sürekli bi rahatsızlık vermeyi başarıyor.Haliyle derin üzüntülere girebiliyorum.Alıştım evet alışmadığım değil.Alışmak zorundaydım.Hala daha alışmak zorundayım.Ama zor. Gerçekten öyle. Bu yüzden biraz bocalıyorum sanırım.

Biraz mı?
Tamam kabul ediyorum.
Elime yüzüme bulaştırıyorum.
Mesela bugün o lanet olası yerden yani 3 senedir kurtulamadığım dersaneden eve döndüğümde aşırı acıkmıştım ve üstümde "Allahm hala ben neden dersaneye gidiyorum şu an başka bi yerde olmalıydım"buhranı vardı.Hani her şeyi bulanık görürsün sadece düşüncelerinle olursun ya öyle bi haldeydim.Bişeyleri yapıyodum evet ama otomatiğe almıştım. Yürüyodum otobüse biniyodum otobüsten iniyodum eve geliyodum zile basıyodum ellerimi yıkıyodum ve oturup yemeğimi yiyodum. Evet tam bunları yaptım ki sağ kulağımdan doğru annemin "kızım misafirlere hoşgeldin deyip öpsene a aaaaa" dedi. Gerçekten o sırada farkettim. Aslında girdiğimde onları gördüm evet. Ama otomatiğe aldığım beynim onların misafir olduğunu ve hoşgeldin demem gerektiğini hatırlatmamıştı. Bişeyler eveledim geveledim ve açlık mazeretim oldu. Yemeğimi aceleyle yiyip kendimi mağarama gömdüm yani odama. Saatlerce boş boş oturup aptal kutusuna baktım ve spesifik durumuma çare olabilecek şeyler düşündüm.Tabi hiçbirinin işe yaramayacağını bildiğim için aptal kutusuna boş boş bakmaya devam ettim.Ta ki annem gelip durumdan yakınana kadar. Her zamanki gibi " odandan çıkmıyorsun bizden iyice uzaklaştın. Bugün de bi tuhaftın zaten misafirleri görmedin bile. Senin canın neye sıkkın?" Moralim her bozuk olduğunda ve moralimin neye bozuk olduğunu bilmediğimde annemle sürekli moralimin neye bozuk olduğu konusunda kavga ederiz. Daha doğrusu o hep bişeylere bozuk olduğunu bense kesinlikle olmadığını tekrarlar dururuz. Tabi ki bu beni daha da gerer.



Ben gerçekten yağmuru sevmem.Aslında yağmuru değil yağmurlu günü sevmem. Havanın rengini karanlığını ve kasvetini oldum olası sevmemişimdir. Belki de bugün yağmurlu olduğundan böyleyimdir.Kim bilir..

This is just an ordinary day.

24 Eylül 2010 Cuma

hepsi sen

Gülüşler nasıl "gel" doğuruyorsa
Kelimeler o kadar "git" doğuruyor-muş.

Evetler nasıl "heyecan" doğuruyorsa
Hayırlar o kadar "sancı" doğuruyor-muş.

Dokunuşlar nasıl "sahiplik" doğuruyorsa
Asfalt o kadar "gözyaşı" doğuruyor-muş.

Bilseydim bunları en başından
ya da bana öğretilseydi evrene düştüğüm andan itibaren
"git"ler doğar mıydı yine de bana?
Gelenler olmuyor değil.
Çoklar.
Hepler.
Ama hiçbiri "sen" değiller.
Senin gibi içten mesela.
Senin gibi huzurlu.

Ya da senin gibi adi.
Sen olamayacak kadar ikiyüzlü.

Bunların hepsi sen-ken
Ve sen içimdey-ken

Git"leri nasıl kabullenirim ben?

22 Eylül 2010 Çarşamba

öptüm aeo

Hani şey vardır ya
telefonda yayık yayık saatlerce konuşursun
hatta yeri geldiğinde uzun süre susarsın
ama iş kapatma sırasına geldiğinde
dilin sürçer, kelimeler karışır
hangisini söyleyeceğini şaşırır
saçmalarsın ya
işte en komik bulduğum anlardan bi tanesidir.
az önce yaşadım yine hahah çok komikti.
hadi görüşürz he sende selam söyle öptm bye bye
bye bye canım tamam falan hahaha.
kelimeleri on kere tekrarlarsın.
hayır anlamıyorum sanki bi yere kaçıyorsun.
yavaş yavaş söylesen uzun ve güzel dileklerde bulunsan
en önemlisi "anlaşarak" hani ne dediğini anlayarak kapatsan
güzel olmaz mı ?
bi gün başıma gelmesi dileğiyle..

Goodbye my almost lover.



20 Eylül 2010 Pazartesi

O şarkı

Gözleri güldüren bi şarkı yazılsaydı yazılmadı
yok
yok
Ayıp olur mu son bi vursaydın kalbim yorgunsun
çok

son bi kez yine ona gidicem
son bi kez dudağını öpücem hayatın
vur kalbim
son bi kez yine onu görücem
son bi kez bileğini bükücem hayatın
vur kalbim

izin ver kalbim.

kaydedilmemiş liste

En nefret ettiğim şeylerden biri
media player"a istediğin yüzlerce şarkıyı
tek tek uğraşarak atıp
tam zafere ulaşmak üzereyken
ve müziğin kulaklarından girip
damarlarında dolaşacağı anı iple çekiyorken
yanlış bi hareketle bütün şarkıları silmektir.
işte o an
kendimden hiç olmadığı kadar nefret ediyorum.
suratıma kusasım geliyor.
hayat birden kararıyor sanki.
öyle iğrenç bişey.
nefret.

şunu anladım

Eğer bi adamla müzik zevkleriniz uyuşmuyorsa
ve o size göre "bu türden nefret ederim" kategorisinden seçimler yapıyorsa
bence onunla asla anlaşamazsınız.
çünkü müzik öyle sıradan ottan boktan bişey değildir.
değildir arkadaş!
müzik kişiliktir.
sana dair her şeyi söyler.
karşındakine anlatır.
sen anlatmasan bile müzik anlatır.
o yapar.
müzik kutsaldır.
benim için mesela
bi adam placebo, muse, vega, sakin, explosions in the sky, dolores o'riordan
gibi gibi gibi dinlemiyorsa
o iş bitmiştir.
zaten aslında hiç başlamamıştır.
çünkü karşımdaki o müziklerin inceliklerini almış olmalı.
bilmeli o duyguları.
o şarkıları dinlerken nasıl hissediyorum anlamalı.
media playera koyup tekrar tekrar dinlemeli.
hatta bi şarkıyı yeni keşfettiğinde
ya da " o şarkı" sendromu tuttuğunda
sadece o şarkıyı atıp sabaha kadar dinlemeli.
işte böyle.
ben müziğine göre adam seçiyorum galiba.
haha çok komik ama sanırım öyle.
hah!

Kader der geçerim

Trajikomik üniversite olayımdan sonra aldığım mükemmel ötesi ve içimi gerçekten çok rahatlatan tepkiler:

*Üzülme canım ya. Bak ben hep senin yanındayım. Hem çoğumuz İstanbuldayız gelirsin yanımıza.
(Pardon? Biri küfür mü etti?)

*Kız deli misin naptın sen?
(Evet bilerek yapmıştım hayatıma renk katsın diye. Aslında seneye de yapmayı düşünüyorum. Sen de yap güzel oluyor.)

*Canım bişey duydum ya doğru mu ? :(
(Hayır herkesin aklına birden aynı eşek şakası gelmiş ben de ona gülüyodum işte.)

*Ay doğru unutmuşum sen bu sene gitmiyodun. Hoş olmamış.
(Hoş olmamış ? Siktir git deseydim eğer hoş olur muydu merak ediyorum.)

*Ay inanmıyorum ya nasıl böyle bi hata yaparsın.
(Ben de sizin tepkilerinize inanamıyorum zaten. Ödeştik.)

İşte mükemmel arkadaşlarımdan mükemmel tepkiler. Ne kadar da mutluyum ama(!)

18 Eylül 2010 Cumartesi

The fuckin year!

Evet artık kesin olarak eminim.

Ben lanetlendim.

*Hayır anlamıyorum, bi insanın her şeyi ters gidebilir mi? Benim gidiyo işte.İlk olarak üniversite işimle başladı terslik. Tam hayallerime kavuştum, emeklerimin karşılığını aldım derken; çıkamadığım bulutlardan gerisin geriye kıç üstü düştüm.Çok acıttı evet. Yeditepe üniversitesi ingilizce öğretmenliği tam burslu tutturmuştum. Tercihleri yaptım ve yeditepeyi kazandığıma dair yazılı belgeyi sonuçlar açıklanınca elime aldım. Yaklaşık bir hafta hiçbir şeyin farkında değildim ve ilgilenmiyodum da. Her şeyi belediyenin verdiği burs için başvurmaya gittiğimde öğrendim. Can"la koşturup dururken belediyede çalışan kız sonuç belgemde "genel" değil "tam burslu" yazması gerektiğini ancak ben de yazmadığnı söyledi.Koşarak dershaneye gittim ve acı haberi oracıkta o an öğrendim. Okul kodunun son iki numarasını yanlış girmişim."25" yerine "33" yazmalıydım. Ama ben yazmadım! Sadece son iki sayı.Sonrasındaki 3-4 günü hatırlamıyorum..

*İstanbulda sürücü kursuna yazılmıştım üniversite sınav sonuçları açıklanınca. Haliyle istanbulu kazandığım ve yarı ömrümü İstanbulda geçirdiğim için sürücü kursuna orda kaydolmak daha mantıklı gelmişti.Bi de fiyatları bizim oraya göre daha ucuzdu tabi.Yarım yamalak çalışarak yazılı sınavı geçtim. Asıl mesele arabayı kullanabilmekteydi tabi. Aslında korkmuyodum ama ilk derse girmeden önce "babadan direksiyon dersi almak" gibi her araba kullanmak isteyen adayın yaptığı hatayı bende yaptım.Aptalım kabul ediyorum. Tabiki diğerleri gibi kavga gürültü olmadı. Çünkü mükemmel anlaşan bi baba-kızız. Ama yine de arabayı her istop ettirdiğinde gerilmemek elde değil. Üstelik ilk öğrendiğin yer bi bayırsa..Kötü geçen "babayla ders"e rağmen İstanbuldaki eğitimlerim süperdi. Hatta hocaların dediğine göre müthiş. En yüksek puanı benim alacağımı ve bi daha eğitime gelmeme gerek olmadığını söylediler. Ben de bu gazla ve kıçımın tavan yapmasıyla sınav günü sıfır heycan sınav yerine gittim. Eh azcık gerginlik olsa da diğer adaylar gibi mırın kırın etmiyodum en azından. Kimseyi de tanımıyodum zaten. Sıra bana geldi. Bişeyler oldu (hatırlamıyorum) ve istop.Bence istop demek çok saçma ama konumuz şu an bu değil tabi. İlk defa eğitimde arabayı istop ettirdim ve bu da sınavı buldu. Sonuç? Tahmin ediyosunuzdur. 15 gün sonra tekrar sınava girmek üzere evimin yolunu tuttum.

Kısacası; planladığım ve ilk zamanlar yolunda görünen her şey son saniye yerle bir oluyor. Ben hiçbi şekilde bunu engelleyemiyorum ve altında eziliyorum. Ne yapmam gerektiğini artık gerçekten bilmiyorum. Bu sene üniversite sınavına tekrardan hazırlanıcam lanet olsun ki.Ama sonuç ne olursa olsun ben ilk gün o okula öğrenime gidene kadar buna inanmamaya kararlıyım! Konu sadece üniversite değil bundan sonra yaşayacağım ve planladğım her olayda bu böyle olacak! 15 gün sonraki sınavda da geçemeyeceğimi düşünüyorum mesela. Evet öyle olacak. Hoca "Kübra Öztürk- Geçti" diyene kadar bu böyle. Hatta arabayı uçursam ya da yüzdürsem bile!

O değil de; bu sene içinde bu kadar şeyin başıma gelmesi sürekli lanet okuduğumdan olabilir mi ?

16 Eylül 2010 Perşembe

Çok bekler miyim dersin?

Toprak ölünün üstüne örtüldüğünde içinizdeki ateşin yavaşça kaybolduğunu hissedersiniz. Kişinin kabre girmesiyle öldüğünün somutlaştığından mıdır yoksa toprağın soğukluğunun aynı zamanda içimizdeki ateşe de örtüldüğünden midir bilinmez.Kabullenmek artık daha kolaydır ve kısa zaman sonra buna alışılır.Benim ölmelerimse farklı.İçimdeki ateşi söndürecek soyut bi toprak bile yok.Üstelik öyle bi ateş ki bu küllerini daha hiç göremedim. İçindeki kor her nasılsa her defasında daha da alevleniyor.O'nun her sıkıntısı benim ve ailem için ölüm gibi.Çaresizlik hat safhada.Bağırmaktan, üzülmekten ve dua etmekten başka yapabileceğimiz hiçbir şeyin olmaması delirtiyo bizi.Sürekli bunalım takılan, durduk yere kendine sıkıntı üretip üzülen insanlardan nefret ederim.Ben öyle değilim.Kesinlikle değilim!Çok büyük dertlerim var.Gerçekten.Gündelik işlerimin hiçbirini tam anlamıyla yapamıyorum.Bikaç gündür yemek nedir unuttum mesela. Ama bunları kimseye söylemiyorum. Dert anlatmıyorum.Yakınmıyorum. Üzüntümü hep içimde yaşarım.Zaten ne kadar anlatsam da başkasının anlayabileceğini sanmıyorum.Boşa konuşmaktan, boşa gözyaşı dökmekten ve onun beynine etmekten başka bişey yapmamış olcağımı biliyorum.Tek isteğim düzelmesi.Her insan gibi normal olması.

Bu yolları aşıp düzlüğe çıkabilecek miyiz.
.Bilmiyorum!
Sabredebilecek miyiz.
.Bilmiyorm!
Ve bizi daha neler bekliyor.
.Bilmiyorum!

Lanet olsun ki Ben hiçbir şey Bilmiyorum!

Her zaman olduğu gibi bekliyorum. Bize bir gün gelecek ve hepimizin yüzünü güldürecek Mutluluğu.

11 Eylül 2010 Cumartesi

derin bi nefes alır gibi batıyoruz

Hastanelerden nefret ederim. Çoğu insanın nefret ettiğinden daha fazla. Buna rağmen hastaneden yazıyorum bu yazımı. Bulunduğum oda her ne kadar özel oda olup bi otel odasını andırsa bile hastane duvarları içinde olduğunu bilen sevgili beyin bunu bana sürekli hatırlatmayı pek seviyor. Yaşadığım büyük trajediden sonra hayatım biraz olsun normale dönmeye başladı aslında.Hala berbat bi ruh hali içinde olsam hatta olsak da tebessüm edebiliyoruz bu günlerde. Arkadaşlarımla olduğum zamanlar ruhumun üzüntü dolu kısmını bi kenara bırakıyorum. Ara ara uğrayıp rahatsızlık verse de onunla başa çıkmayı seneler öncesinden öğrendim. İnsanlara normal görünmek hatta normalden daha iyi görünmek bana daha iyi geliyor. Sürekli ağlama, üzülme ya da neyin var gibi tepkiler duymak üzüntüme üzüntü katıyor çünkü. Her şeyin başladığı ve hala devam ettiği yere yani evime döndüğümde ise yine o iğrenç üzüntü kitlemi ait olduğu yere koyuyorum. Yaşadığımız şey ya da şeyler o kadar sivri o kadar sert ki değdiği anda kanatıyor.Ve bu sert sivri şeyler hiçbi zaman bize değmekle yetinmiyor.

10 Eylül 2010 Cuma

Kaç yaşındayım ben? 50 ? 60? 100? İnsan gerçekten hissettiği yaşta mıdır ? Eğer öyleyse ki bence öyle çok yaşlandım ben. Çok çabuk ama çok acı çekerek. Sıradan, dünyevi acılar değiller. Malesef değiller. Normal bi acı olmasını çok isterdim. Ama yıllardır içinde, derinlerinde bi acı varsa ve Allah kahretsin ki bir türlü geçmiyorsa hiç bi zaman içtenlikle iyiyim diyemezsiniz. Acı gittikçe ve büyüyerek artıyor. Kişiler hep aynı ama olaylar farklı. Her defasında daha feci daha yakıcı oluyor. Bi gün gerçekten sona ericek mi bilmiyorum. Yıllardır bitsin diye dualar ediyorum. Gülerken bile. Her yerde her an belki. İçim her cız ettiğinde ve içimdeki o acı yeniden alevlendiğinde yalvarıyorum Allaha. Hiç isyan etmedim şimdiye kadar. Etmicem de. Evet felaket olaylar yaşadım ve yaşamaya hala devam ediyorum ama bunları yaşamam gerekiyo ki yaşıyorum diye düşünüyorum. Ya da mutlaka sonunda bi mükafatı olur diye düşünüyorum. Yaşadığım onca şeyden sonra ayakta durabilmek ya da bu şekilde, güçlü, sorunsuz görünen bi insan gibi yaşayabilmek gerçekten zor. Bazen gerçekten bişey hissedemiyorum. İçimdeki acı sanki duygularımı hissizleştiriyor. Bağıra bağıra ağlamam gerektiği zamanlar hiçbir şey yapmadan oturabiliyorum. Saçma sapan düşünebiliyorum. Orda duran herhangi bir nesneyi mesela. Böyle olduğu zamanlar iyi olmadığımı düşünüyorum. Sonra da zaten iyi olmamam gerektiğini. Geçirdiğim kötü günlerde iyi hissettiğim herhangi bir anda kendimi suçlu hissediyorum. Çünkü o an iyi hissetmemeliyim gibi geliyor. Yaşadığım şey o kadar büyük ki uzun zaman yas tutmalıyım hatta mahvolmalıyım gibi. Allak bullağım. Şu kötü günümde bile hissizim ve bu satırları şu an yazdığım için kendimi yine suçlu hissediyorum. Aklımdan binlerce düşünce geçiyor ama hiçbirini toparlayamıyorum. Kelimeler o kadar hızlı hareket ediyor ve aklım o kadar boş ki anlatıcak o kadar şeyim varken bile yazdığım cümleleri dakikalarca düşünüp anca toparlayabiliyorum. Acı insana yaşadığını hatırlatıyo sanırım. Ve ben sürekli yaşıyorum. Fazlasıyla yaşıyorum. Haddinden fazla. Olmaması gerektiği kadar. Ben böylesine yaşıyoken ve başkaları sadece zaman geçiriyoken hayatın adaletsizliği daha da üzüyo beni. Ben de öyle olmayı o kadar istiyorum ki. Sadece ben değil. Ben ve ailem. İyi olmayı, huzurlu olmayı o kadar fazla hakediyolar ki. Ben mutlu olmasam da onlar olsun çok istiyorum. Döktükleri hatta dökemeyip içine akıttıkları gözyaşlarını gördükçe daha çok üzülüyorm çünkü. Eriyorum o zman işte. Tükeniyorum. Onların yanında güçlü durabilmek her şeyden daha zor. Ama her zaman yaptığım gibi bu sefer de yapıyorum. Sadece boş odalarda ağlıyorum. Dayanamadığım zamanlarda gözlerimi saklıyorum onlardan. Başka dayanakları yok çünkü. Tek bir tane bile. Ben üzülmiym diye gözlerimin içine baktıklarında ne kadar çaresiz olduklarını daha iyi anlıyorum. İçimde yanan böyle büyük bi alevin gözlerimden yaş olarak akması bizim gibi hayat dolu insanlara verilen acıyla mı özdeşleşiyor acaba? Tek dileğim onların bir tanesine bile birşey olmasın. Eğer hayat son darbeyi yapacaksa bu onları benden almak olmasın. Lütfen.. İşte o zaman gerçekten ölürüm.