31 Ekim 2010 Pazar

Feeling about words

Some words are hot:
Fire, flame and shot.
Some words are sharp,
Sword, point and carp.
And some alert:
Glint, glance and flirt.
Some words are lazy:
Saunter, hazy.
And some words preen.
Pride, pomp and queen.
Some words are quick,
A jerk, a flick.
Some words are slow:
Lag, stop and grow.
While others poke
As ox with yoke.
Some words can fly-
There's wind, there's high;
And some words cry:

"Goodbye.."

"Goodbye.."

Mary O'Neill

29 Ekim 2010 Cuma

Aylin Aslım turuncusu

Çıkmazdayım ve görüşlerinize ihtiyacım var. Uzun zamandır turuncu saça takmış durumdayım ama bana yakışıp yakışmıcağı konusunda aşırı kararsızım. Arkadaşlarımdan fikir aldım ama neredeyse yarı yarıya bi sonuç çıktı. Hala karar veremedim. Sizce yaptırmalı mıyım ?


Bazı arkadaşlarım daha doğrusu bikaç erkek arkadaşım saçlarımın kıvırcık olması nedeniyle güzel olcağını ve kıvırcıkların rengi kapatacağını kesinlikle yaptırmam gerektiğini söylediler. Bazıları ise çok beyaz tenli olmam gerektiğini yakışmıcağını söylediler.Ama saçlarım permalıydı ve artık bu kadar kıvırcık değil. O yüzden çok kararsız kaldım.
Renk de şu:

Help!

27 Ekim 2010 Çarşamba

Someone say the stop to me!


Yani anlamıyorum nasıl bi insan yaptığı hiçbir şeyden bi zevk almaz ki ? Yani ben, şahsen şu aralar öyleyim. Böyle bi buhranlarda gibiyim ama ne aradığımı ne istediğimi bilmiyorum. Yapmam gereken çok şey yok ama daha neşeli olmam için yapmam gereken çok şey var.

-Seneye gireceğim sınav zımbırtısında giden 30 puanımı kapatmaya çalışmak mesela. Ama ben bunun için hiçbir şey yapmıyorum. Derslere girmek dışında. Matematik ve biraz da biyoloji dışında çalışmam gereken pek fazla ders yok aslında. Dil olduğum için bu bölümler her ne kadar beni ilgilendirmese de geçen sene aldığım gibi iyi bi puan almam ve en önemlisi giden 30 puanımı kapatmam için bu dersler çok lazım benim için. Yoksa belki de İstanbul hayal olabilir. Düşünmek bile can sıkıcı. Bunu geçtik.

-Eve kapattım kendimi. Yani bendeniz gezme delisi bir kişiyim. Dışarda olmak yeterli benim için yer farketmez genelde. Dört duvar arasında olmak nedense boğuyor beni. Ama bu aralar doğru dürüst dışarı çıkmıyorum bile. Sadece dersanenye gideceğim zamanlar. O da hepi topu 3 gün. Evde abimle ilgilenmekten, tnt izlemekten, çok arada bir test çözmekten, temizlik yapmaktan ve internette zaman geçirmekten başka yaptığım bir şey yok. Listenin böyle fazla olduğun aldanmayın. Kelimelerin çokluğu sizi sakın yanıltmasın. Hepsi çok can sıkıcı.

-Şimdi bende bir şey eksik ama ne ? Yine ben, bizzat yeni şeylere bayılan bi kişiliğe sahibim. Yeni yerler görmek, yeni filmler izlemek ve yeni şarkılar keşfetmek falan. Özellikle yeni insanlarla tanışmaya bayılırım. Farklı insanlarla farklı diyaloglar, onlardan yeni şeyler öğrenme, onların hayatlarına az da olsa dahil olma ve yeni insanları hayatlarıma az da olsa dahil etme. Nedendir bilmem yeni tanıştığım kişiyle aramızdaki muhabbet gerçekten iyiyse hayatıma az da olsa canlılık gelir. Kendimi iyi hissederim ya da. Ama çok uzun zamandır böyle biriyle tanışmadım. Kız ya da erkek kişisi farketmez.

-Son zamanlarda beni heyecanlandıran tek ve yegane şey ise futbol. Maçları takip etmeyi, atılan gollerde sevinmeyi, heyecanlanmayı, küfür etmeyi şu sıralar hiçbir şeye değişmem. Bir de arada abimle evde pes turnuvası yapıyoruz. Genelde yeniyor pislik. O zaman baya sinirleniyorum yani ne yalan söyliyim. Ama kabul etmek lazım joystick zıkkımıyla oynamak zor be abi.

-Eskisi kadar süslenmiyorum da artık. Paspallaştım. Evden fazla çıkmadığımdan ve kendimi bıraktığımdan gün be gün miskinleşmem artıyor. Tamam arada toparlanıp kendime gelsem de eski miskinliğime dönmek pek zaman almıyor. Aynaya baktığımda kendimi öyle gördükçe de daha fazla salıyorum kendimi iyi mi.

-Ben film hastasıyımdır. Çok film izlerim. Özellikle tavsiye edilenleri. Bu aralar bikaç tane izledim sadece. Aslında izlemeyi çok istiyorum ama içimde geçen sene olan ve onu bir sene boyunca canımdan bir parça gibi büyüttüğüm "test çöz canavarı" bu sene daha da olgunlaştı. Böyle aktiviteler yapma düşüncesinde hemen devreye giriyor ve sonuç Knock out! Yani ben. O değil. He test çözüyor muyum? Hayır. Orası da ayrı.

Daha bunun gibi sıralayabilceğim hastalıklı durumlarım ve sıkılası maddelerim var.Ama bu kadar maddeyle bile kalbinizin neşe dolu yerlerine ağ ördüm, kararttım ve örseledim biliyorum. Tamam durmayın hor görün, aşşalayın, dalga geçin, yerin. Ama yalvarırım bir şey söyleyin.


Tanrım sana geliyorum.

26 Ekim 2010 Salı

yapmayın böyle şeyler gençler


O değil de PSV'nin Feyenord'u 10-0 yenmesine ne dersiniz. ahahah. Yani ben Feyenordlu olsam kafamı o saha çimlerine gömer bi daha çıkarmazdım. He PSV'li olsam 5. golden sonra terkederdim abi tribünleri. Lan bağır bağır sevin sevin nereye kadar. Bi saatten sonra boku çıkar onun. ahaha. Hayır golleri izlicem ama çok üşeniyorum be bitmez sabaha kadar.

25 Ekim 2010 Pazartesi

böyle resimlere aldanmayın. kimse temizlik yaparken böyle gülemez.


Eğer benim gibi bir anneye sahipseniz ve hayatınızı anlatırken aklınızdan hep hayatım boyunca temizlik yaptım demek geçiyorsa ve asla diyemiyorsanız beni en iyi siz o talihsiz arkadaşlar anlarsınız.Eğer aranızda bu talihsizlerden varsa öncelikle şunu vurgulamak istiyorum: Siz benim kader arkaşımsınız. Sizi canı-ı gönülden seviyorum.
Ben kendimi bildim bileli elinde bir toz beziyle gezip parkeleri silmekten aşındıran, odalar arası geçiş yapmak istediğimde parkelerin her zaman yeni silinmesi nedeniyle basmamam için cırlayan, süpürge sesiyle adeta nirvanaya ulaşan bir anneye sahibim.Bu gerçekten acıdır.Bilemezsiniz..Kendisinin titiz olması asla ona yetmedi ve ben onun çırağı olarak yetiştim. Asla onun gözünde usta olamasam da aslında temizlik konusunda master yapmış biriyim. Guiness amcalardan bikaç tane çağırsam ve 1 hafta evimizi izleseler şu yaşımda kimse benim gibi temizlik yapmadığından o kitaba adımı yazdırırım. Paramı da krallar gibi alırım. Sadece medyatik olmak istemiyorum hepsi bu. Parada pulda da hiç gözüm yok.(yersen) Ben bu kadar canla başla temizlik yaptığım hatta yeri geldiğinde kıçımı yırttığım halde annemin o malum gözüne bir türlü girmeyi başaramadım. Bu kadar temizliği o sarışın cillop gibi çocukların annelerinin evinde yapsam hepsi beni çocuklarıyla evlendirmek için can atar. Bundan hiç şüphem yok. Ama gelin görün ki bu yeteneğimi kimseye gösteremiyorum a dostlar. Yani beni de eve gelip kıçını yaya yaya oturan, bütün gün mağarasından çıkmayan ve pislik içinde yaşayan o pis kızlar kategorisine sokacaklar diye aklım çıkıyor. Yani onlar gibi olsam istediğiniz kategoriye sokun yerden yere vurun hiç gücenmem ama sakın ha aklınızdan 'bu böyle temiz görünüyor olabilir gidip evini görsen anlarsın nasıl biri olduğunu' gibi şeyler geçirmeyin. İşte o zaman vasiyetimi hazırlamaya başlarım. Bu da Dostlar beni temiz hatırlasın diye bi cümleyle başlar sanırım.
İşin en koyan kısmı da annemin beni hiçbi zaman temizlik yapıyor olarak görmemesi. Yani temizlik yaptığım gün rahatım. Ertesi gün hiç temizlik yapmıyorsun gibi sitemler duyabiliyorum. O kadar yani. Temizlik konusunda böyle tırlatmış bir insan kendisi. Bazen durumum o kadar acınası oluyor ki babam bile dayanamayıp yardım ediyor bana düşünün. Yani bi düşünün. İçiniz acır.
Ama tabi ki anneme her zaman boyun eğmiyorum. Annem her temizlik yapalım dediğinde tamam annecim sen nasıl istersen olaylarına girmiyorum. Ya yeter be temizlik temizlik yapmıyorum bugün de bu ne ya off bıktım artık cümleleri aslında sıkça kullandığım sözler. Google'a temizlik yazınca ilerde Kübra isminin çıkmasına az kaldı. Şimdiden uyarıyım da o zaman gördüğünüzde şaşırmayın.
Yani ben, yani aslında ben, evimde yaptığım temizliği başka evde parayla yapsaydım( aslında ona temizlikçi deniyor ama ben kendime o sıfatı bi türlü yakıştıramadım çünkü temizlikçi benim yanımda halt etmiş) şimdiye köşeyi dönmüştüm. Elimde kırmızı şarabımla dönen sandalyemde oturup odamda çalışan 3-5 temizlikçiye emir veriyor olurdum.
Ne çok fırsat kaçırmışım düşününce şaşırıyorum vallahi.

23 Ekim 2010 Cumartesi

sürpriz yumurtadan çıktı

Belki de her zaman ikinci olanı birinci yapmaya çalışmak gibi isteklerim olduğundan, kalemler arasında en az mürekkebi olanla yazmayı seçtim. Harflerin yarısı koyu, yarısı ince ve soluk. Tükenmeye yüz tutmuş şeyleri yeniden diriltme çabası bendeki. Kötü olan bir şeyi iyi gibi hissetmek ve iyi olmasına çabalamak. Soluk çıkan harfin üstünden tekrar gitmek. Ama farkettiğim bir şey var, ne zaman bir harfin üstünden gitsem eskisinden daha kötü bir görünümü oluyor. Belki de kötü bir görünüm olmaması için düzeltmemek sadece devam etmek gerekiyor. Çünkü düzeltince ya daha koyu ya da şekilsiz oluyor. Gerçi şöyle bir baktığında hata en başta o kalemle yazıya başlamakta ama insan bir şeye takılınca bırakamıyor. Her neyse fazla zırvalamıyım, olmuyorsa kasmayacaksın abi, bir kalem düzgün yazmıyorsa mürekkebi fazla olanı alıcaksın. Yazdıkların sorunsuz ve kesintisiz olacak. Soluk yazmaya başladığı an değiştireceksin.

Mürekkebi bitenden hayır gelmez. İkinci çizgiyi çizmeye çalışırsan "Hayır!" gelir..

Artık uzatmak istemiyorum.
Kalemden kastımı anladın sen. Ben kalemimi çoktan değiştirdim. Ya sen?


Bu yazımı Sevgili X kişisinin ikinci kez ilişkiye başlamak kararıma karşı verdiği hayır cevabından sonra yazmıştım.Şimdi okudum da gerçekten mantıklıymışım. Ama şu an sanırım değilim. Çünkü o X kişisiyle 1 sene üzerine tekrardan konuşmaya başladık. Dün gece. Benden sonra en yakın arkadaşlarımdan (yani o zamanlar en yakın olarak düşündüğüm) biriyle çıkmaya başlamıştı.Her gün aynı sınıfta gözümün önünde fingirdeşiyolardı. Kimseye 6 ay boyunca sevgili olduklarını söylemediler. Ama sürekli beraberlerdi ve bunu anlamamak için gerizekalı olmak gerekirdi. Lise bittikten sonra da her şey açığa çıktı zaten. Bunun üstüne neden hala onunla konuşuyorum bilmiyorum gerçekten. Hatta o olaylardan sonra neden msnimden ve facebookumdan silmediğimi de bilmiyorum. En uzun ilişkim onunla oldu ve çok güzel şeyler yaşadık belki de bu yüzden. Sürekli rüyalarıma girip kendini sürekli hatırlatıyordu belki de bu yüzden. Bilemiyorum. Ama hala yanlış yaptığımı bile bile konuşmaya devam ediyorum. Ve 1.5 senenin üstüne ilk defa bu kadar neşe dolu hissediyorum kendimi. Şimdi benim kendime engel olmam lazım. Bu yazdığım yazıyı sürekli okuyarak ve yaptıklarını aklıma getirerek uzak durmam lazım.

Lazım da icraata nasıl geçicem onu bilemiyorum işte.Bence kalbimin yerine ikinci bir beyin lazım bana. Çok daha etkili olacağına inanıyorum.

Nirvana- My Girl

21 Ekim 2010 Perşembe

zalım kader

Daha önceki yazılarımda okudunuz mu bilmiyorum ama ben bu senenin ösym mağdurlarındanım.Hatta ösym mağduru değil kendi kendimin mağduruyum.Şöyle ki tam bir sene boyunca canımı dişime taktım eşekler gibi çalıştım günde 11 saat derslere girdim ve karşılığını da aldım. Sınavdan 486 puan alarak Yeditepe Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği tam burslu bölümü tutturmuşum.Aslında özel istemiyodum fakat üstüne para verdikleri için açıkçası cazip geldi. Özel olarak da bir tek onu yazmıştım.Ben polyanna mutluluğuyla günlerimi geçirirken zalim kader son dakika golünü atmayı eksik etmedi tabi. Her zaman olduğu gibi.. Bir yanlışlık ya da gözümden (daha doğrusu benim annemin ve hocamın gözünden) kaçması sonucu tam burslu girilecek olan okul kodu normal olarak girilmiş ve böylelikle okulun paralı kısmı tutmuştu. Yıllık para ise 16 milyar olduğu için haliyle beni gökyüzüne çıkaran hayallerim kıç üstü gerisin geriye bıraktı.Toparlanmam zor oldu ve hala daha toparlanabilmiş değilim tam anlamıyla. Ve öyle geliyor ki bi dahaki sene üniversite yüzü görene kadar da anlatamıcam. Atlatamamamın ya da daha doğrusu daha fazla üzülmemin en büyük nedenlerinden biri haketmemem. İkinci olarak da arkadaşlarımdan gördüğüm tepkiler. Böyle bir şeyi gerçekten haketmedim çünkü bir sene boyunca deliler gibi paraladım kendimi. Tüm yıl kıçını yaya yaya sınıfta yatan eline bir tek test kitabı almamış ve ingilizcenin daha tenselerini bilmeyen adamlar şimdi üniversitedeler. Ulan o kadar koyuyor ki anlatamam.. Bir tek ben kaldım inanır mısınız.Sadece ben. Ve hakettim mi bunu? Bana kalırsa hayır. Çevremdekiler daha doğrusu ailem ve bikaç yakın dostum her şerde bir hayır vardır şimdi sana hayır gibi gözüken şey belki de seni daha kötü yerlere getirecekti bilemezsin. o yüzden bu kadar üzülme vardır bunda da bir hayır diyerekten teselli etmeye çalıştı. Bunların dışında geri kalan 'arkadaşlarım' ise o malum tesellilerini benden esirgemediler. Sağolsunlar. Tabi bunlara ne kadar teselli denirse.Orası da tartışılır. Bana daha çok küfür gibi geldi çoğu.Her neyse bu durumuma sevinen aslında üzülmüş görünüp aslında bi bok hissetmeyen, hakettin kızım sen çok havalıydın o kadar çalışıyodun diye düşünüp içinden kıs kıs gülen şerefsizler çok fazla. En kötüsü de onların hepsinin şu an başka bi ilde olmaları. Senelerdir İstanbulda yaşamayı hayal eden ben bir hata sonucuyla bu lanet şehirde tıkılı kaldım. Yani 1 sene daha tıkılı kaldım. Ve en kötü yanlarından biri de seneye 30 puanımın düşecek olması. Canımı alsalardı daha iyiydi yani. Eğer o puanım düşmeseydi istediğim bölümü kazanabilirdim. Mütercim-tercümanlık kastım. Ama bu durumda gerçekten çok zor. Yine de elimden geleni yapıcam.

*Facebookta iletilerine oraya buraya üniversitesinin ismini yazan her gün farklı yerlerde fotoğraflar çektirip koyan o gerizekalı arkadaşlarımdan nefret etmemde bir sakınca yoktur diğ mi ?

20 Ekim 2010 Çarşamba

Yataş

Ve kupon yatar. 170 milyon hayallerinden uçar gider. Bi de yatırdığın 10 liranın pis sırıtışlarını duyarsın.Olsun lan çok eğlenceliydi ama. Ben Valencia ve Twenteden 1er gol bekliyodum. Onlardan gol geldiği anda 3 maçı garantilemiş olcaktm ve yarınki 2 maça bakacaktım. İnter 4-0 önde diye gayet rahattım. Son dakikalarda bir de bakarım ki 4-3 olmuş. Ben Valencia ve Twenteden 1'er gol beklerken Tottenham 1 gol atcak hepten dibe vurcam diye üç buçuk attım ama çok eğlenceliydi. Halimse acınası hahaha. Neyse dediğim gibi giden paracıklarım olsun önümüzdeki maçlara bakıciiz.

para para para

Evet efendim iddaa kuponumu yapmış bulunmaktayım.
Şöyle buyrun:

Rangers - Valencia 2
Aris Saloniki - Leverkusen 2
Inter - Tottenham 1
Twente - Werder Bremen Üst
Beşiktaş - Porto 2


Hayırlı uğurlu olsun paracıklarıma..


Don't Cry

Gün içinde birçok insanın blog yazılarını okuyorum. Düşüncelerini, yaşadıklarını okuyorum. Okuduktan sonra bazen kendimi gerçekten yaşlanmış hissediyorum.Çünkü belki de ancak bir dedenin ya da ninenin diyebileceği laflar dolanıyor dilime." Siz bunlara acı mı diyorsunuz. Daha ne gördünüz ki." Sonra kendime gerçekten inanamıyorum. Düşüncelerime ve nasıl bu kadar büyüyebildiğime. Kesinlikle aşk acısı çekenleri aşağılamak ya da dalga geçmek için söylemiyorum bunları ama yaşadıklarımın yanında dünyevi acılar o kadar küçük kalıyor ki bazen sadece böyle dertlerim olsa diye dua ediyorum.Gerçekten.. Neden benim böyle dertlerim yok deyip ağladığımı bile biliyorum. Çünkü onlar katlanılabilir bana göre. Yaşayan kişi dünyanın en büyük acısı olarak görüyor olabilir ki kim yaşasa böyle düşünüyordur eminim ama o acıyla yaşanılabilir. O acı herhangi bir zamanda başka birinin çıkagelmesiyle geçebilir.Başka şehirlere gitmenle yeni insanlar tanımanla unutulabilir.

Ve bazen gerçekten çok kızıyorum. Bir kişi için kendini bu denli üzmek. Günlerce belki aylarca ağlamak. Yemeden içmeden kesilmek kendini eve kapatmak hayattan kopmak. Düşünüyorum da o kadar saçma ki.. O olmasa da hayat devam etmiyor mu sonuçta. Kendini bu kadar paralamanın o kadar gözyaşının ne mantığı var anlamıyorum.Sonra düşünüyorum da belki de aşk için bu kadar üzülen insanlar aşk acısından başka acı yaşamamışlardır. Böyle olunca onlara hak veriyorum.Çünkü nereye gidersen git kiminle tanışırsan tanış ne dinlersen dinle ne düşünürsen düşün kurtulamadığın acılardan hiç yaşamamışlar. Ne demek olduğunu bilmiyorlar.

Çok karamsar yazılarım oluyor bazen biliyorum.Böyle düşündüren ve beni bu hale getiren de bana hayatın getirdikleri.Tabi benden götürdükleri de cabası. Normalde hiç böyle bir insan değilimdir. Acımı içimde yaşarım ve dışarıdakiler hep gülen suratımı görürler. Attığım kahkahalarımla ünlüyümdür mesela. Ama böyle olmak zorundayım gerçekten. Çünkü kime anlatırsam anlatıyım belki saatlerce belki günlerce hissettiklerimi gerçekten nasıl anlayabilecek ki? Ya da bana en iyi ne diyebilecek ? Karşımdaki insanı esir etmekten ve kendi acıma ortak etmekten başka ne yaparım ki o zaman? O bana ne söylese fayda etmeyecek sonuçta. Ben ona ne kadar anlatırsam anlatıyım anlamayacak sonuçta. Dışarıya sadece bi yönümle yani gülüşlerimle göründüğüm için diğer bütün duyguları içime gizliyorum. Gülerken aklımdan bir sürü şey geçirebiliyorum. Beni o an eğleniyor olarak gören birinin düşündüğü tek şey eğlendiğimdir. Benim eğlenirken düşündüğüm tek şey ise abim.

İnsanlara bölünmek duygulara bölünmek o kadar zor ki. Ve akmayı bekleyen her gözyaşını gözbebeklerinin üstünde tutmaya çalışmak, ailene güçlü olduğunu göstermek. Her an olay olabilecek bir evde bikaç huzurlu saat geçirebilmek. Bütün bunların altında ezilmemeye çalışmak ve şarkılara sığınmak.Sadece müzik dinlerken ağlayabilmek.Ya da sadece kimsenin görmediği yerlerde ağlayabilmek.O kadar zor ki..

Guns N' Roses- Don't Cry
http://fizy.com/#s/1lumve

18 Ekim 2010 Pazartesi

Var mısın iddaaya

Artık dayanamiciim diyerek iddaa oynamaya geri dönüyorum.

Kararım kesin.

Heycanlıyım.

Beşiktaş-Porto maçını bekliyorum.

Giden paracıklarım olsun diğ mi ama

17 Ekim 2010 Pazar

Borusan Quartet Konseri

Dün akşam arada bir sosyal aktivitem olsun diyerekten Safranboluya Borusan Quartet'in konserine gittim.En yakın arkadaşlarımdan Yasemin'in babası düzenlemiş organizasyonu.Grup 4 kişiden oluşuyor ve oda müziği yapıyorlar.İki keman bir viyola ve bir viyolonselden oluşuyor. Şöyle gösteriyim :


Kişiler bu. Ve konserde de böyle simsiyahlardı. Her şey güzel hoş ama o ellerinde tutukları aletlerden ses çıkmaya başladığı an dünya gerçekten durmuş gibiyi.Kesinlikle mükemmeldiler.Zaten Amerika'da ve hatırlamadığım bikaç yerde daha birincilikleri var. Çok sempatikler ve güleryüzlüler. Arada bize dönüp sohbet ettiler ve bikaç da espri yaptılar. Ama hepsini geçtim viyolonsel çalan Çağ Erçağ bitiş anım oldu.O viyolonseli çalarken öyle bir sırıtıyor ki resmen oturduğum yerde eridim yani. Böyle yandan yandan arada arkadaşlarına bakıp arada da müziğin heycanlandığı yerlerde o mükemmel sırıtışından bir tanesini otutturuyor suratına. O öyle güldüğü anlarda kendimi sırıtırken buluyodum. Sonra etrafımdakiler bakıp napıyo bu salak kız diyecekler diye gülmeyi kesiyodum.Aynı tepkileri o an yanımda oturan sevgili arkadaşım Yasemin de veriyomuş meğer. Aynı şeyleri o da düşünüyormuş. O öyle sırıttığı anlarda içimden her defasında şu cümleler geçiyordu: " Allam nooolursun bana şöyle gülen bi sevgili bahşet. Böyle gülüşü beni benden alsın. O her güldüğünde içimde böyle fırtınalar kopsun. Ben o gülüşü istiyorum!!" Abartıyorum gibi görünebilir ama gerçekten öyle. Yaseminin O'nu tam sırıtırken çektiği bir fotoğraf var.Şu an elime geçmediği için paylaşamıyorum ama paylaştığım zaman neden böyle tepkiler verdiğimi anlayacaksınız.Ben de 2 tane fotoğraf çekildim kendisiyle. Aslında bence kendisi sahne adamı. Çünkü aslına bakarsanız birazcık kısa kıhkıh. Ama o viyolonselinin başına oturduğu an devleşiyor adeta. Ve tabi o sırıtışını suratına yerleştirdiğinde. Çağ Erçağ'dan çok bahsettim farkındayım ama bahsedilmeyecek gibi değildi gerçekten. Gittiğim için gerçekten çok memnun oldum. Çünkü müthiştiler. Özellikle Fazıl Say'ın bestesi olan Boşanma'ya hasta oldum. Çalmaya başlamadan önce Boşanma hakkında açıklama yaptılar. Fazıl Say bestesinde boşanma arifesindeki çiftlerin birbirleriyle olan kavgalarını tartışmalarını yansıtmaya çalışmış ve gerçekten de başarmış. Müzik mükemmeldi. İnternette aradım ama bulamadım. Bulduğum zaman hemen paylaşmayı düşünüyorum. Yine de eğer okuyorsanız diğer müziklerini dinleyin derim.

16 Ekim 2010 Cumartesi

insanlar böyle olmamalı aslında

Facebookta şizofreniyle ilgili bir yazı paylaşmışlar.Merak ettim ve okudum.Abim şizofren olduğu için senelerdir bununla ilgili şeyler okuyorum ve baya da bilgiye sahibim açıkçası. Yazıyı önce paylaşıyım sonra hakkında bikaç şey söylemek istiyorum:

Babam öleli 12 yıl olmuştu ve ben 20 yaşına geldiğimde babasız olmaının acısını artık çok daha iyi anlıyordum.
Annemle birlikte küçük ama mutlu bir dünya kurmuştuk kendimize. Mevsimlerden bahardı,sokaklarda parklarda dolaşıyordum.
Bu bahar daha bir çoşkulu hissediyordum kendimi. Birçok arkadaş edinmiştim. Mehmet,Can Canı´ın kuzeni Merve ve daha birçoğu...
Her gün belirli saatlerde buluşup eğlenceli dakikaler yaşıyorduk. Onlarla o kadar eğleniyordum ki işe dahi gitmiyordum.
Yine işe gitmediğim bir günde yalnız başıma dolaşırken arkadaşlarımla her zaman oturduğumuz parkta gördüm onu. O kadar güzeldi ki..
Bir süre çevresinde dönüp beni fark etmesini umdum ama bana hiç bakmıyordu. Tam umutsuzluğa kapılmışken son bir cesaretle yanına yaklaştım ve
"Oturabilir miyim?" diye sordum. Deniz mavisi gözleriyle bakıp ,küçük bir tebessümden sonra."Oturabilirsiniz" dedi. Kalbim heyecandan deli gibi çarpıyordu.
Ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Sonra kısık bir sesle,"Adım Vedat," diyebildim. Bana dönüp "Nazlı" dedi. Bir süre sonra telefonlarımızı birbirimize verdik
ve ayrıldık. Akşam olanları anneme anlattım. Annem gözlerimdeki mutluluğu fark edince çok sevinmişti.

Arkadaşları bize davet ettim
İlerleyen günlerde Nazlı ile daha sık görüşür olduk. Zaman ilerledikçe ona daha çok bağyaaıyordum. O hayatıma girdikten sonra işe gitmeye bile başlamış,diğer
arkadaşlarımla da daha az görüşür olmuştum. Arkadaşlar sitem edince kendimi affettirmeye, onları akşsam yemeğine davet ettim. ve hazırlık yapmak için erkenden eve
gittim.Anneme arkadaşlarımın geleceğini ve güzel bir yemek yapmak için hazırlığa başlamamamız gerektiğini söyledim. Akşam gelip çatmıştı. Kapı çaldı, hemen koşup açtım
.Arkadaşlar gelmişti. Onları salona alıp sofrayı hazırlamak için mutfaktaki anneme yardıma gittim. Sofra hazırlandıktan sonra salona geçip onları içeri çağırdım.
Arkadaşlarımı masaya alırken annemin bakşlarındaki korku ve şaşkınlık ifadesine bi anlam verememiştim. Tam arkadaşlarımı tanıtıyordum ki annem büyük bir feryatla
masadan ayrılıp gitti. Olanları bir türlü anlayamıyordum. Arkadaşlardan özür diledim ve yemeğe başladık. Yemeğin ve sohbetin ardından arkadaşlar gitti. Annemin odasına olanları sorduğumda hiç cevap vermedi. Sadece yüzüme bakıp ağlıyordu.

Eve gelen misafir
Aradan 3 ay geçmişti. Arkadaşlarla ve özellikle Nazlı ile görüşmelerimiz iyice sıklaşmıştı.
Bir ara anneme sözü Nazlı´dan açıp onunla birbirimizi ne kadar sevdiğimizi ve evlenmek istediğimizi
anlattım. Annem mutlu olmamdan gülüyordu. Ama gözündeki korkuyu ve acıyı hissedebiliyordum. Öbür gün iş
dönüşü eve geldiğimde bir misafir vardı. Tanıştıkve annem o arada kayboldu. O adam bana tuhaf sorular
sorup durdu. 1-2 saat oturduktan sonra annem gelip misafiri yolcu etti.Anneme gelenin kim olduğunu sorduğumda
doktor olduğunu söyledi."Yoksa hasta mısın?" dedim. Annem doktrun benim için geldiğini ve sadece genel bir
kontrol yaptırmak istediğini söyledi. Sabah erken kalkıp hastaneye gittik ve bir çok testten geçirildim.
Bir kaç saat sonra doktor gelip hiçbir şeyimin olmadığını söyledi ve annemi odasına çağırdı.Akşam eve
geldiğimde annemin gözleri ağlamaktan şişmişti. Ne olduğunu sorduğumda, "Bir cenazeye gittim,çok etkilendim,"dedi.
Artık Nazlı ile hemen hemen her gün görüşüyorduk. Her geçen gün ona olan aşkım içimden taşacak gibi oluyordu.Eve erken
döndüğüm bir gün misafirler olduğunu gördüm.kimse beni fark etmedi. Mutfağa gidip atıştırırken ister istemez konuşulanlara kulak misafiri
oldum.Konu bendim ve annemin niye böyle üzgün olduğunu o an anladım. Meğer hastane , doktor hep bu yüzdenmiş.Meğer ben şizofreni hastasıymışıım
adını bie bilmediğim bu hastalık beni hayal dünyasında yaşamama neden oluyomuş. Misafirler gidene kadar ortaya çıkmadım
Annem onları geçirince beni arkasında gördü ve "Birşey duydun mu?" der gibi yüzüme bakıyordu. Ona, "herşeyi duydum," dedim.
Kadıncağızın gözleri dolmuştu ve bana sarılarak ağladı. Ona üzülmemesini ve kendimi çok iyi hissettiğmi söyledim ama gerçekten korkmuştum.
Bana arkadaşlarımı davet ettiğim gün hasta olduğumu anladığını söyledi. Annemin anlattığına göre benim hiç arkadaşım yoktu. Eve davet ettiğim
kişiler tamamen hayal ürünüydü. Annemin hazırladığı sofrada sadece ben oturmuştum ve sanki arkadaşlarım varmış gibi saatlerce o hayali varlıklarla konuşmuştum.
Ya Nazlı da hayalse?
Hiçbirşey umurumda değildi. Her şey, bütün bir Dünya hayal olabilirdi ama ya Nazlı...Ya o da hayalse? Bu ihtimal beni delirtmeye yetiyordu. Annem birçok ilaç getiriyor ve bunların rahatlamam için olduğunu söylüyordu. Ama ben zaten rahattım. İşten ayrıldım ve aradan 3 gün geçtikten sonra dışarı çıktım. Her zaman gittiğimiz parka gittim.Arkadaşlar yine
oradaydı.Aslında belki oradan hiç ayrılmamışlardı.Onlarla konuşurken parktaki diğer insanların alaylı alaylı güldüğü fark ettim.O gülen insanlara,"Siz gerçek değilsiniz!" diye bağırdım.
Ama onlar sadece gülüyorlardı.Peşimi bırakmalarını söyledim.Nereye gidersem onlarda benimle beraberlerdi.İlaçlar beni iyice dağıtmıştı.Düşüncelerimi toplayamıyordum.Arkadaşlar da yavaş yavaş benden uzaklaşıyorlardı. Nazlı´yı aramaktan korkuyordum. Çünkü ararsam Nazlı diye birinin olmadığını anlayabilirdim. Bir gün dayanamayıp aradım ve her zamanki yerimizde buluştuk. Ona bir yandan başıma gelenleri anlatırken diğer yandan da çevredeki insanları süzüyordum. Yine bana gülmelerinden korkuyordum.. Eğer bana gülüyorlarsa bu Nazlı´nın olmadığını gösterecekti. Evet çevredeki
insanlar yine bana alaylı bakıyorlardı ama bu defa gülmüyorlardı. Nazlı olayı beni gün geçtikçe bitiriyordu.
Bir gün anneme Nazlı´yı eve getireceğimi söyledim. Annemin gözleri kocaman oldu. Yine bir hayali eve getireceğimden korkuyordu. Ama ben kendime güveniyordum. Nazlı bir hayal değil gerçekti.
Annem isteksiz olsa da benim ısrarımla kabul etti. Öbirgün Nazlı´yla buluştuk ve ona ,"Seni biraz sonra anneme götüreceğim," dedim. Nazlı çok telaşlandı. Hazırlıksız olduğunu söyledi ama ben ısrar edince kabul etti. Artık geri dönüş yoktu. Biraz sohbetin ardından eve doğru yola koyulduk. Sokağa gelip eve yaklaştığımızda son bir kez kulağına eğilip "Seni çok seviyorum," dedim. Eve geldik,kapıyı çaldım. Annem
kapıyı açtığında ben önden girip ayakkabılarımı çıkardım ve Nazlı´yı içeri aldım. Anneme bakıp gözlerimle Nazlı´yı işaret ederken kalbim duracaktı sanki. Annemin gözlerindeki yaşı görünce olduğum yere yığıldım.
Demek yine hayaldi...Ama annemin ağzından çıkan şu kelimeler benim için o an bir dua kadar kutsaldı; "Hoş geldin, güzel kızım,,,"


Durum bu.Ama malesef gerçekler böyle değil. Ben şimdiye kadar hiç böyle anlatıldğı gibi bir şizofreni hastası görmedim.Keşke olabilse.3-4 senedir bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde saatlerce şizofrenilerle beraberdim.Ve malesef hiçbiri böyle değildi.Evet halisünasyon görüyorlar ve bunları gerçek sanıyorlar.Ona göre hareket ediyorlar.Gerçekle hayali birbirinden ayıramıyorlar ve bu onların durumunu ciddi anlamda zorlaştırıyor.Ama hiçbiri gördükleri o varlıklarla mutlu olamıyorlar aslında. Gerçekle hayalin arasında gidip geliyorlar ve neye inanacaklarını sapıtıyorlar.Bu onları günden güne sıkıntıya sokuyor ve daha fazla düşünmeye başlıyorlar.Durum içinden çıkılamayacak bi hale geldiğinde de etrafa ya da kendilerine zarar vermeye başlıyorlar.İnsanlara şizofreniyi böyle açıklamanın, onları duygulandırmanın hiçbi mantığı olduğunu düşünmüyorum.Çünkü profilimde bunu paylaşan onlarca kişi çok duygulandım tüylerim diken diken oldu gibi yorumlar yapmış.Gerçekten çok üzüldüm.Şizofreni hastalarının neler çektiklerini ve olayların ne boyuta geldiğini bilseler ya da tanık olsalar bu kadar duygusal yorumlar yapabileceklerini sanmıyorum.



15 Ekim 2010 Cuma

2-2


Bir maçın daha sonuna geldik.Maçı internetten izlemek gibi bir hata yaptım.Evet bunu yaptım malesef. Ama nerden bilebilirdim bu kadar kasacağını.Daha önce Arsenal maçını izlemiştim ve kesintisiz bi görüntü vardı.Buna aldanarak çıkıp lig tv olan bi yerde izlemedim.İzleyebildiğim kadarıyla da maç çok güzeldi.Gerçekten çok keyif aldım.Emanuel Emenike'nin performansında düşüş olsa da Karabükspor yardıra yardıra oynadı yine.Galibiyet olmadı ama yenilgiyle de sonuçlanmadı diğ mi.Bu da bişeydir.Babam bile skoru öğrenince vay be helal olsun karabüke dedi.Babacımcım sen ne sandın karabükü adamlar nerden nereye geldi görmüyo musun artık hafife almıcaksın bizim takımı dedim. Gerçekten de öyle. Herkesi hayrete düşürüyor bizim Karabük.Helal olsun valla. O stadda olamadığım için aşırı üzüldüm.Orda olup deliler gibi tezahürat yapmak isterdim ama onlar buraya geldiğinde bu keyfi kaçırmaya hiç niyetim yok gerçekten. Gidip bağırabildiğim kadar bağıracam. Sesim kısılsın , travesti gibi çıksın oh mis. Bütün stresimi atmaya kararlıyım.Gelecek sefer skor böyle olmayacak ama emin olabilirsiniz. :)

yaz"a kadar say

güneşten hızla kışa kaçan sonbahar
söyle!
söyle sen misin hayallerimi kaçıran
bıraktığın boşluk ardından gülüyorsun
duyuyorum
yoksa!
yoksa hayallerim mi gülüşlerinle yere çarpan
sana karşı hislerimin geri dönüşü mü tüm bunlar
sevmemiştim seni
ama ben!
ben parmak uçlarınla tutmaya çalıştığın hayallerini (ç)almadım

bir.

iki.

hiç.

ama ben
ben en başından sıraya koymuştum hepsini
nasıl ki sen yaz"a kadar sayıyorsan gelmek için
sana kadar saymıştım ben de.

ah!

hayallerim.

tekrar geri döndüğünde yedi rengi açtırırsan
bir tanesini bana bahşeder misin?

-mış gibi yapmak

şarkıların dudakları kuruyor
hissizleşiyorlar sevgilim
eller
ki sımsıkı tutunmuş karanlığa
öldürüyor silüetini

yapma,
bu kadar hızla uzaklaşma
mesafeler yürür belki aşka

akreple yelkovansa
eğer
gidişlerinin öteki adı
yapma,
ruhum
ki sadece senin için beyaz
kanatıyor adımların

fısıltılarsa
eğer
kalbine gidiş yolu
yapma,
gürültü
ki fısıltılarımın duyulmadığı
sessizliklerim anlatır aşkımı.

14 Ekim 2010 Perşembe

konu futbol olunca akan sular durur



Nasıl heycanlıyım nasıl heycanlıyım anlatamam.
Yarın Karabük-Bursa maçı var ve ben buna bugünden heycanlanmaya başladım.
Keşke ilk maç burda olsaydı da gidebilseydim diye üzülüyorum.
İkinci maç burda olacak neyse ki.
O zaman gidicem çatır çatır bağırıcam stadyumda.
Bi yerlerimi yırtana kadar Karabük!! dicem.
Yarın da umarım iyi haberlerle geri döner bizimkiler.
Maç büyük rekabetle geçmicek tabi sonuçta kardeş takım diyolar birbirlerine.
Bilirsiniz belki Bursa-Ankara-Karabük üçlüsünü.
Bursa deyince aklıma "kötü geçmiş" gelse de Bursasporu ve Bursa'yı nedense seviyorum.
Ama hiçbi zaman dalga geçmeden duramam orası da ayrı.
Misal: Bursalıyız ne yapalım fatih ürek kaderimiz.. :p
Bursalılar varsa alınmasın lütfen.
Ad bi kere çıkmış dokuza artık inmez sekize yani.
Her neyse dediğim gibi maça 23 saat kaldı ve ben iple çekiyorum.
Futbolu çok seven biri olarak bu maç kaçmaz benim için.
Mavi-Ateş!! :p

13 Ekim 2010 Çarşamba

bak sen tesadüfe

Şimdi ben senelerdir yalnız kovboyu oynayan bir kişi olaraktan
bu ağacın dediklerini haketmiyor muyum a dostlar

Girls are like
apples on trees. The best
ones are at the top of the tree.
The boys don't want to reach for
the good ones because they are afraid
of falling and getting hurt. Instead, they
just get the rotten apples from the ground
that aren't as good, but easy. So the apples
at the top think something is wrong with
them, when in reality, they're amazing.
They just have to wait for the right
boy to come along, the one
who's brave enough
to climb
all the way
to the top
of the tree.

12 Ekim 2010 Salı

drama çarpı iki

Evimizdeki dram bize yetmiyormuş gibi 'Öyle Bir Geçer Zamanki' adlı diziyle dramımızı ikiye katlamayı başarıyoruz.
Hahah seni aptal yoksa dizileri izleyip ağlıyor musun demeyi kesin.Hepinizin ağlamasanız bile gözleri dolduğu olmuştur.
Ki ben bu dizideki Osman karakterine hasta oldum.Zaten çocukları deli gibi severim ve çocuklarla iletişimim mükemmeldir.O çocuğu izledikçe her yerini mıncırasım geliyor.Böyle yanımda olsa da ısırsam öpsem koklasam oh mis.Öyle bir kardeşim olsaydı ne güzel olurdu yahu.Gerçi bizim evde o yaşta bi çocuk filmdeki durumundan farklı olamazdı orası da ayrı.Ehm neyse burayı geçelim.İşte dediğim gibi o çocuk beni çok ağlatıyor ya.O ağlarken böyle sanırsın ki yüreklerim dağlanıyor paramparça oluyor o derece yani.Düşünün artık.Nasıl bi oyunculuk yeteneği var yarabbim onda.Nazar değmesin tü tü tü maşallah.

Şunun tatlılığına bakar mısın.
Yahu bu çocuğu rol icabı olsa da ağlatmayın be abiler.
Valla billa çok üzülüyorum he.


"İnsanın içinde saklanan korkunç hayvanla o akşam ilk defa kendi ailemde tanıştım.Yuvalarından fırlamış gözleri,öfke içinde uzayan boyunları,şişen damarları ilk defa o zaman gördüm.Gırtlak parçalayan ürpertici haykırışları ilk defa o zaman işittim.Bu manzaralarla daha sonra da karşılaştım.Büyüdükçe insan alışıyor.Belki de büyümek diye bu alışmaya diyorlar.Ne zaman bağıran ağlayan haykıran öfkeli insan görsem bu hayvanla ilk defa karşılaştığım anki dehşeti,tedirginliği hatırlarım.Belki de.. Belki de bu yüzden bir yanım hep çocuk,hep suçlu kaldı.."


Eh bununla da duygulanmıyosanız ben daha ne diyim.

dedim ama neden dedim bir sor


Çok tuhaf şeyler oluyor yahu.
Tamam insanlar hep tuhaftı ama 2binli yılların insanı daha mı bi tuhaf ne?!
Günlerdir kafası ezilen kedi konuşuluyor, dilekçeler imzalanıyor vs vs.
Olmasın demiyorum kesinlikle yanlış anlaşılmasın ben de gerçekten çok üzüldüm ve doğru olan da bu zaten.
Ama şimdi şöyle bir şey var.
O kadar insan öldürülüyor, o kadar insana işkence yapılıyor ve o kadar insan işkence yapılarak ölüdürülüyor.
O zaman nerde bu insanımın sesi?
Çok basit bir örnek:Münüvver Karabulut.
Kızın kafası kesildi.Sonra vücudundaki diğer organlar.Ve bunların hepsi kız canlıyken yapıldı.
Benim insanım bunları duyduktan sonra ve o anne-babayı aylarca gözleri yaşlı televizyonlarda izledikten sonra nasıl bu kadar sessiz kaldı merak ediyorum.
İçinde bu kadar sevgi olan bi insanın önce insana yapılan işkence karşısında ayaklanması gerekmez miydi?
Ben mi yanlış düşünüyorum gerçekten bilmiyorum ama bu benim içimi daha çok yakıyor inanın.


Evet bir de minibüsçüleri insan kategorisine sokmakta güçlük çekenlerdenim.
Bence gelecek dünya savaşı minibüsçüler-otobüsçüler kavgası yüzünden patlak verecek.
Ben böylesine bi rekabet görmedim arkadaşım.
Adamlar sanırsın ki maratonda yani.
Bir de size trajikomik bir şey söyleyeceğim.
Burda yani Karabük- Safranbolu'da minibüsçüler arası telsiz var.
Evet evet yanlış duymadınız! Hepsinin minibüsünde bir adet telsiz.
Adamlar minibüsçü mü yoksa polis mi kestiremezsiniz o derece.
Bi de öyle havalı kullanıyolar ki.
Yok işte otobüs geliyormuş da çabuk hareket edecekmiş.
Şurda şu kadar yolcu bekliyormuş önce gidip kapacaklarmış.
He bi de bunun telsizle kavga versiyonu var.
Bu türleri sabahları hiç çekilmiyor.
Kart sesli adamlar telsizden telsize bağırıp duruyorlar birbirlerine.
Ve o minibüsçü amca hiçbi zaman o telsizin sesini kısmıyor.
Eğer bir minibüsteyseniz ve şoför amca keskin manevralar yapıyorsa bilin ki otobüs ya önünüzdedir ya da arkanızda.
Aslında bu hepimiz için acı bir şey..


Bir de ben yağmur yağmasında nedense hiçbir zaman bi romantizm göremedim.
Deniyorum, zorluyorum kendimi ama bi yerden sonra realist ruhum buna engel oluyor.
Diyorum tamam yağmur yağıyor, pencerene vuruyor.
Sen yağmurun sesini dinliyorsun, elinde sıcak nescafen.
Yanında sevgilin falan.
Bi derece romantikleşebiliyorum.
Ama yağmurda dolaşmak fikri hiç romantik değil be.
Yahu tepeden tırnağa ıslanıp saçın başın yüzüne yapışınca,makyajın yüzüne akınca ve iğrenç bi kılığa bürününce ben hiç romantikleşemiyorum inanır mısın.
Siz romantik insanlar bunu nasıl başarıyorsunuz anlamıyorum doğrusu.
Garip.


Bu şarkı da benden olsun:

11 Ekim 2010 Pazartesi

The first Mim

Efenim "Serüvenci" adlı blogger sahibi tarafından mim'lenmişim.İlk kez mimiklendim ve konusunu da çok beğendim doğrusu:

"Şimdi efenim mevzu tam olarak şöyle; yaşadığımız tüm sıkıntıları geride bırakıp, sevmediğimiz insanlardan, yapmaktan daral gelen işlerden uzağa bir tatile gidiyoruz. Bizi yolcu etmeye gelmiş üstelik gıcık olduğumuz herkes. Alayına çalımlı bir bakış fırlatıp arabamıza bindikten sonra, geride kalanları çatlatırcasına müziğin sesini sonuna kadar açıp, tozu dumana katarak oradan uzaklaşıyoruz. Şimdi sizden istediğim, mimlediğim herkes bindiği arabanın resmini ve son ses açtığı şarkının adını, sözlerinden bir bölümü ve söyleyen solistin resmini yayınlayacak. "

Araba ve müzik en sevdiğim konulardır.Olayı da çok iyi tasfir etmiş doğrusu keşke gerçekten böyle olabilseydi diyorum ve saydığı şeyleri hemen sıralıyorum:
Tabi ki benim vazgeçilmez arabamı alırdım.Gerçi ona araba bile dedirtmiyorum ama şu an öyle gerek.
Buyrun efenim.Araba görün.

Bu araba uzun yol çeker mi ya dediğinizi duyar gibi oluyorum.Sakın aklınızdan bile geçirmeyin.Kendisi canavar gibidir ve suda gidebilen tek araba olduğunu da ayrıca vurguluyorum.Bi tek uçamıyor o da ileride olacak inşallah.

Ehm neyse araba konusuna pek kaptırmamam lazım kendimi.Vosvos deyince akan sular durur ve bu konuyu aylarca konuşabilirim.Şimdi gelelim müzik konusuna.Bu konuda da araba konusunda olduğu gibi çok hassasımdır.Müziklerime çok önem veririm.Hangisini seçsem diye de çok kararsız kaldım ama herkesten ve her şeyden uzaklaşırken arabada son söz şu şarkıyı dinlemeye karar verdim.Klibi de pek bi uygun geldi. Klibiyle beraber paylaşayım o zaman.
Şöyle buyrun:


Bu da bayıldığım o grup

İyi dinlemeler efenim.Miminiz için çok teşekkür ediyorum.

I was born with the wrong sign
In the wrong house
With the wrong ascendancy
I took the wrong road
That led to the wrong tendencies
I was in the wrong place at the wrong time
For the wrong reason and the wrong rhyme
On the wrong day of the wrong week
I used the wrong method with the wrong technique

Wrong

Wrong

There's something wrong with me chemically
Something wrong with me inherently
The wrong mix in the wrong genes
I reached the wrong ends by the wrong means
It was the wrong plan
In the wrong hands
With the wrong theory for the wrong man
The wrong lies, on the wrong vibes
The wrong questions with the wrong replies

Wrong

Teşhis:Şizofren

Dün gece yine nöbetçiydim.Bütün gece abimi uyutmaya çalıştım. 12 saati aşkın sıkıntılıydı. Bu yüzden babam aşırı sinirli, annem de ne yapacağını şaşırmış bi vaziyetteydi. Evdeki herkesi sakinleştirmek, olayları kontrol altına almak, babamı sakin tutmak, annemin babama kızmasını engellemek ve abimin kafasını dağıtmak benim görevimdi yine. Bu durumdan o kadar yoruldum ki artık kimsenin bana ihtiyacı olmasını istemiyorum.Sadece ben olıyım diyorum. Ama hayatın bana getirdikleri isteklerimden malesef çok daha farklı.Sıkıntı dediğim canı sıkılmak anlamında bi sıkıntı değil tabi. Daha önce bahsetmedim abimin durumundan.Şimdi içimi dökmek adına bahsetmek istiyorum.

Bundan 4.5 yıl önce bi gece şehir dışından misafirlerimiz geldi.Bir gece kalıp ertesi gün döneceklerdi.Yedik içtik güldük eğlendik her şey gayet normaldi.Abim o zamanlar 7-8 yıllık bağlama çalıyordu ama çok da büyük sayılmazdı hani.Yine misafirlere bağlama çaldı oynattı falan derken gece 11-12 maçına gitmek için annemlerden izin aldı.Normalde o saatte kendi isteğiyle de dışarı çıkan biri değildi aslında. Çok zekiydi , 5 vakit namazını kılardı ve ağzından hiç küfür duymamıştım.Yolda başı öne eğik yürüyenlerdendi o kadar yani. O zamanlardaki tek hatası ise "abi evi"ne gitmek oldu.Hani şu ders çalıştırıyoruz ayağına aynı zamanda din öğreticem diye kaptıranlar. Annem ve babam çok şiddetle karşı çıksalar da abim ilk defa bildiğini okudu ve oraya gitmeyi sürdürdü. İşte ordaki arkdaşlarıyla gece maçı yapacaklardı. Sonra gitti. Ve saatler geçti gelmek bilmedi.Misafirler salonda uyuyordu. Ben de odamda uyuyakalmıştım.Birden seslerle uyandım.Annemle babam abimi doktora götürmeye çalışıyolardı.Anlam veremedim ama annem abimin çok ateşi olduğundan ve yüzünün kıpkırmızı olduğundan bahsediyodu.Abimse müthiş bir inatla annemle babama direniyodu.Normalde böyle bişeyi hiç yapmadığı için abime bişeyler olduğunu hissettim.Tuhaflaşmıştı.Yerimden kalkmaya korkuyordum.Sadece yatağımda doğruldum ve dinlemeye başladım.Annemle babam ne yaptılar ne ettiler abimi doktora götürdüler.Döndüklerinde ise hayatımı kesin olarak değiştiren abimle karşılaştım. Herkesten ve her şeyden korkuyordu.Sürekli kendini okuyuo üflüyor ve bizi farklı gördüğünü söylüyordu.Bu arada korkudan misafirler de gitmişti tabi.. İşte o gece o maçtan sonra her şey başladı. Sadece haberlerde izlediğim ya da gazetelerde internette okuduğum olaylar yavaş yavaş benim ve ailemin de başına geldi.Her gün yeni bir olayla karşılaşıyoduk. Ya şehrin en ücra yerlerinde yatarken buluyoduk ya da evden kaçarken. Bunların hiçbirini mantıklı yapmıyodu tabi.Hastanenin psikyatri servisinde aylarca yatırdık ve çok ağır ilaçlar kullandı. Fakat hiçbiri fayda etmedi. Önce bipolar bozukluk şeklinde adlandırıldı hastalığı. Zamanla şizofrene döndü. 1 seneye yakın bakırköy ruh ve sinir hastalıklarında yattı.Ordan çıktıktan sonra da hastalığı tamamen geçmedi tabi.Her gün farklı bir şeyle karşımıza çıkmaya devam ediyordu.Bazen çok kötü oluyor bazen birden eskisi gibi oluyordu. Hayatımı tamamen değiştiren olaysa benim evde olmadığım bi gün annemi babamı ve anneannemi bıçaklaması oldu.Annemde pek bir şey yoktu.Babamsa her zamanki ihmalkarlığından ve abimle ilgilenmekten doktora görünmemişti.5 saat yaralı bi şekilde dolandıktan sonra doktor babamın çok kötü olduğunu ve iç kanaması olabileceğini söyledi.Anneannemi zaten söylemiyorum.Senelerdir ilaç kullanırdı ve neredeyse bütün hastalıklar başındaydı.Ve en kötüsü abim en çok onu yaralamıştı.En kötü derecede..Babam ve anneannem aynı zamanda ameliyata alındı ve 3 saat kadar sonra ikiside çıkarıldı.Babam iyiydi ama anneannem yoğun bakımdaydı.1 hafta kadar yoğun bakımda kaldıktan sonra normal servise alındı.Düzelmeye başlıyordu ama gözlerindeki korkuyu ve aldığı yaraları unutamıyorum.Çok fazla düzelmişti ve taburcu olmasına çok az kalmışken otobüste anneannemin ölüm haberini aldım.Bunun üzerine abim bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesine tekrar gönderildi ve bu sefer biz kendi isteğimizle yatırmamıştık.Adli olarak gitmişti ve onu ordan çıkarmak artık eskisi kadar kolay olmıcaktı.Olmadı da zaten. 2.5 yıl orda kaldı ve neler çektik hatırlamak dahi istemiyorum. Yaklaşık 2 ay önce de uzun bi çaba sonucunda çıkarmayı başardık.Çünkü orda normal bi insan bile kafayı yer emin olun.Çıkardıktan sonra abim baya baya düzelmişti.Bahsettiğim gibi sıkıntıları kalmıştı sadece. Bu sıkıntıları da kimseyi duymamak duysa bile cevap verememek normal hayata adapte olamamak ve gözlerini bi yere dikmek şeklinde kendini gösteriyordu ve hala gösteriyor.Her şey yoluna girmeye başladı derken şeker bayramından bir gün önce yani arefe günü gece 1 civarlarında ikinci büyük şokumuzu atlattık. Abim balkondan atladı.Bacağında kolunda ve belinde çatlakla atlattı çok şükür.Doktor 2 ay yataktan kalkmaması gerektiğini söyledi ve hala yatıyor. Bu yaşadıklarımın içinde ben hala nasıl böyleyim diye soracak olursanız inanın bilmiyorum.Ama eğer ben böyle olmazsam ailem dağılacak onu da biliyorum. Ve bu yaşımda bu olayları haketmiyorum.Tek korkum aileme bir şey olması. Düşünmek bile istemiyorum ama eğer hayat onları da elimden alırsa böyle olamıcağımın garantisini verebilirim..

10 Ekim 2010 Pazar

maybe im paranoid


Bugün tam da tahmin ettiğim gibi geçti.Hatta daha fazlası.Korna sesleriyle dolu bir gündü.Ben hava kararmadan biteceğini düşünüyordum oysaki.Yedi buçukda ise hala yatağımdan korna seslerini duyabiliyordum.Evet o derece! Güne güzel başlayamadım yine.10.10.10un lanetinden değil ama bu. Uzun zamandır süre gelen bi hal benimkisi.Güne mutlu başlama olarak adlandırılan duygu içimde bi yerlere kaçmış olmalı.Bir türlü bulamıyorum.Sabah evde kahvaltı yapmadım.Öğlen iki buçuk üç gibi burgera gidip menü indirdim mideme.Tek başımaydım. Ulaşabildiğim arkadaşlarımın işleri vardı.Ulaşamadıklarım da cabası tabi. Şizofren takılırım ve iç sesimle arkadaşlık yaparım diyerekten gittim.Bikaç saat dolandıktan sonra eve dönmeye karar verdim ve malum dolmuşa bindim.Dolmuş şoförü amcamız günün tarihinden nasibini almış olmalı ki bütün yol boyunca oyun havası dinlettirdi bizlere.Yeter artık daha fazla dayanamıyorum deyip yakamı paçamı yırtıcaktım ki eve yaklaştığımı farkettim. Durum o kadar vahimdi ki şarkı beynimde bi nevi uyuşukluk yaratmıştı. Sadece şarkıya odaklanmıştım ve buhranlar geçiriyordum adeta.Dolmuştan kendimi nasıl attığımı bilemedim. Eve gelir gelmez de yatağıma kıvrılıp bikaç saat uyudum.


Sanırım paranoyaklaştım.Yaklaşık bi saat önce odamın balkonundan bir ses geldi.Eski bi dolap var orda.Yaklaşık 6 ay dolabın üstünü yuvaları bellemiş güvercinleri bikaç ay önce arkadaşımın mükemmel bi önerisiyle uzaklaştırmayı başardım.Lambanın ordan bi cd sarkıttım ve sevgili bok yaratıkları artık gelmiyolar şükürler olsun.Evet bok yaratıkları dedim çünkü tatilden döndükten sonra karşılaştığım manzara dehşete düşürmüştü beni.Balkonda güvercin bokundan zemin görünmüyordu! Pis herifler her yere sıçmışlar. Ve o kadar küçük hayvanlardan o kadar büyük şeyler nasıl çıkıyor hala şaşıyorum.Neyse bok muhabbetini kapatalım ve asıl muhabbete dönelim.İşte yaklaşık bir saat önce uslu uslu oturup televizyon izlemeye çalışırken çok acaip bi ses geldi balkondan.Hemen doğruldum, televizyonun sesini kıstım ve kulağımı kabarttım.Yaşadığım şeyler yüzünden aklımdan binbir türlü şey geçebiliyor.Normal bi durumda aklıma bile getiremeyeceğim şeyleri panik halinde beynimde hiç durmadan sıralayabiliyorum.Bu kabiliyetimi de dört buçuk sene önce abimin hasta olmasından sonra kazandım.Ne kabiliyet ama..En mantıklı(!) seçenekler şunlardı:
*Bir hırsız var.Uzun zamandır bizim balkonu gözetliyor.Dolabın içinin tepeleme çay dolu olduğunu farketti ( annem rizelidir) ve bunları çalmak için dolabı açıyor.
*Abim uyandı.Yerinden kalktı.Babam karşı çekyatında yatıyor ama uyuyor.Annem bilgisayarın başında arkadaşlarıyla konuşuyor.Bu sayede kimseye farkettirmeden diğer odadan benim balkona atladı ve orda yine bi delilik yapacak.(işte bu seçenek kopma anım oldu)
*Yine kuşlardan biri geldi ve oralarda uçuşuyor.Ben de paranoyaklığımın zorlamasıyla yanlış şeyler düşünüyorum.Hem zaten dolabın kapısı bozuk olduğundan bir kuş şiddetiyle çok çabuk açılabilir.( bu bana göre çok düşük bi ihtimal olsa da )

5 dakikaya yakın oturup başka ses geliyor mu diye dinledim.Kalbimi de olduğu yerde tutmaya çalışıyordum tabi bu sırada.Koşarak abime baktım önce.Ohh! Yerinde yatıyordu hala. Başka herhangi kötü bişey olsa da artık önemli değildi zaten.Anneme baktım.O bişeyler olduğunu anlamş olmalı noldu? dedi.Bişey yok hala bilgisayar başında mısın diye baktım diye bişeyler geveledim. Ailecek yaşadığımız büyük trajedilerden sonra evdeki hiç kimseye kuşkulandığım birşeyden bahsetmiyorum.Çünkü saniyede bir panik odası durumu yaşıyoruz.Hele ki annem çok pimpiriklidir. Ona asla böyle şeylerden bahsetmem.Ve inanır mısınız hala korkudan balkona bakamadım.Hala odamda oturuyorum ve hala orayı düşünüyorum.Perdeyi hafifçe aralayıp baktığımda balkondaki kişi beni farkedicek ve öldürecek diye düşünüyorum.Tanrııııııımm.. Şaka gibi. Kendime gerçekten inanamıyorum ama evet böyle düşünüyorum. Ve ne yapmam gerek şu an gerçekten bilmiyorum. Yardıma ihtiyacım var.Sesimi duyan var mı ?

10-10-10 laneti hepimizi vurdu


Hayır hayır gerçekten ben bişey yapmadım Tanrım..
Bütün suç takvimin.
Yemin ederim.
Uykumun bir suçu yok.
Benim de öyle.
Biz yarın, ikimiz,uykum ve ben çok güzel rüyalarda olmayı düşünüyorduk.
Takvimin gösterdiği sayılarsa bizimle dalga geçiyor.
Ne yani ben şimdi yarın davul seslerinden uyuyamayacak mıyım?
Düğün konvoyları yüzünden karşıdan karşıya geçemeyecek miyim?
Her yerde allı pullu, boya küpüne düşmüş, kafaları göğe değecek şekilde canlılar mı görücem?
Ama bu bizim suçumuz değil ki!!
Bunun bi rüya olduğunu söyleyin bana.
Ve bütün evlenecek çiftlerin bu tarihi beklemediğini söyleyin.
Lütfen!

9 Ekim 2010 Cumartesi

bunlar aslında yasaklı konular

İlişkiler.
Artık ilişkiler hakkında olumlu düşünemiyorum nedense.
Belki genelde beni üzen ilişkiler yaşadığımdan
ya da son ilişkimin üstünden çok uzun zaman geçtiği için nasıl bi duygu olduğunu unuttuğumdan.
Neyse ne.
Farketmez.
Zaten hepsi sonunda yaralamaz mı ?


Ama tabi ki zifiri karamsar değilim.
Yolda ya da herhangi bi yerde gördüğüm sarılar hakkında olumlu düşünebiliyorum.
5 saniyelik gördüğüm bi sarıyla hayallerimde evliliğe kadar gidebiliyorum bile.
Böyle de bir hayal gücüm var.
Şaşırılır.
Ama o sarının yanında hemen sonra bir kız belirdiğinde ise
başımın üstündeki baloncuk birden yok olup
gerçek tokat gibi suratıma çarpıyor orası da ayrı kıhkıh.


Sonra kendimi şöyle teselli ediyorum.


Her zaman sığınmak için bir bahanem vardır.
Çok işe yarıyor.
Deneyin.


Ve tabi ki en büyük dayanağım ve bahanem.


Çok sevdiğim bu grubun çok sevdiğim şarkısını da aklıma gelmişken paylaşıyım o halde:

xoxo.

der ki

Bugün cumartesi diğ mi ?
Bakın ne buldum.

Olur mu dersiniz?
Görelim.


8 Ekim 2010 Cuma

7 Ekim 2010 Perşembe

Çocukken kirazları iyileştirmek isterdim.Meyveler kırmızı olunca yaralı olduklarını sanırdım.

Çok seçiciyim.Fazlasıyla.Ne aradığımı bilmiyorum. Aslında biliyorum ama çok fazla şey istiyorum. Bu nedenle hayatımda yaklaşık bir buçuk senedir biri yok.Olmasını istemediğimden değil kendime göre biri bulamadığımdan kaynaklanıyor bu da. Evet çaba sarfediyorum, birinden hoşlanmaya çalışıyorum ya da bunun gibi şeyler. Ama hiçbirinde damarlarımdaki kanı dolandıracak o özel şeyi bulamıyorum.Karşımdakinin sadece dış görünüşü, sadece düşünceli olması, sadece zengin olması, sadece bilgili olması, sadece duyarlı olması yetmiyor. Hepsinin birleştiği mükemmele yakın birini arıyorum sanırım.Bu da yalnızlık dalında hiç teklemeden yükselmemi sağlıyor.Hayallerimi dünyadaki diğer şeylerle süslemem gerek, ama bu şekilde yaşamaya başlayalı o kadar uzun zaman oldu ki içimde kocaman bir boşluk yarattığımı hissediyorum.

Umursamazlık aşkın düşmanı
O mükemmele yakın kişi kesinlikle umursamaz olmamalı. Her şeyimle, her anlattığımla ya da bizimle ilgili her şeyle ilgilenmeli. Hafife almamalı.Ve bunları isteyerek, içinden gelerek yapmalı.İstemese bile istemediğini belli etmemeli.

Ne kadar eğlence o kadar aşk
Eğlence kesinlikle benim için çok önemli. Onun yanında şimdi ne yapalım sorusunu sormak istemem.Ben bişeyler demeden beni eğlenebileceğim ya da vakit geçirebileceğim bi yere götürebilmeli.Ya da sadece yan yana olsak bile sıkıldım dememeliyim. Eee konuşsana gibi kelimeler duymamalıyım.Aklımıza geleni o an yapabilmeliyiz yeri geldiğinde.Ertelenmemeli.

Düşüncelerim düşüncelerine, zevklerim zevklerine
Boyu boyuma uygun olmasına gerek yok.Benden uzun olsun yeter :p Ama huyu huyuma olmalı.Zevklerimizin kesinlikle aynı olması lazım.Müzik konusu mesela. Çok önem veririm.Michael Jackson harici pop pek sevmem. Türk poplarının çoğunu bilirim ama malesef. Şu kulaktan dolma olayları.Murphy kanunlarına sığınıyorum bu durumda.Onun dışında Muse,Placebo,Dolores O'riordan,Fleet Foxes,Coldplay,U2... gibi gruplara bayılırım.Bu tarz şarkılar dinleyen adama kalbimin en güzel yerini ayırıyorum.

Düşünce konusuna gelince.Evet çok düşünceli biri olmalı.Tamam çok olmasa da olur. Erkeklerde bu zaten imkansız gibi bi durum.Ama düşünceli olmalı.Hödük olmasın yani.Bilgili olması da ayrı bi durum. Benim yanımda ezilmemeli. O ne ya gibi cümleler kurmamalı.Tabi ki her şeyi bilecek demiyorum ama çoğu şeyden haberi olmalı.Hatta beni zaman zaman bilgisiyle şaşırtmalı. Hayran bırakmalı.

Sarılar önden
Sarı erkekelere karşı çok farklı bi çekim kuvveti oluşuyor bende.Bulunduğum ülkede sarı insanların azlığından mıdır ya da onların her nasılsa hepsinin güzel oluşundan mıdır bilmiyorum. Ama sarı biri gördüğümde itiraf ediyorum yapışasım geliyor.Hepsine değil tabi seçici oluyorum kıhkıh.Ama sarılar benim için yine de çok ayrı.Şu ana kadar hiç sarı sevgilim olmadı orası ayrı.-2 gün takıldığım fransızı saymazsak hihi-

Teni beni yakmalı
Her şey bi kenara bana her dokunduğunda kalbim daha hızlı atmalı.Dokunuşları iyi hissettirmeli.Dokunduğunda huzur bulmalıyım.İğreti hissetmemeliyim.O her dokunduğunda bi kez daha gülümseyebilmeliyim.


Ve aşk gökyüzünde dikenli bir telle korunuyor



Büyük A ile başlayan aşkla henüz karşılaşmadım.